Elimde poşetlerle marketten dönüyordum. Aynı anda da üniversiteden arkadaşlarım ile akşamüzeri vereceğimiz partiyi düşünüyordum. Her yıl nisan ayının ikinci cumartesi günü, ne olursa olsun, toplanırdık. Arkadaşlarımın birkaçı il dışında olsa bile o günü boş bırakırdı ve o toplantıya bir şekilde gelirdi. Elimdeki poşetlerden birinde de o gün vereceğimiz partide yenmesi için aldığım iki üç paket abur cubur ve içecekler vardı.
Yaptığımız partilerde yıldan yıla bazı farklılıklar olsa bile genelde ana yapı hep aynıydı. Saati geldiğinde, genelde akşam beş olurdu, yavaş yavaş parti yapılacak yerde toplanılırdı. Toplanmamız yarım saati bulurdu. Sonra da sohbet kısmı başlardı. Herkes o yıl boyunca ne yaptığını kısaca anlatırdı. Saat altıda yemeğe geçilir ve yedide de oyunlar oynanmaya başlanırdı. Hepimizin bu partide oynamayı en çok sevdiği oyun “Kimin nesi?” idi. Bu oyunda sırası gelen kişi camdan dışarı bakıp sokaktan geçen rastgele birisini seçerdi ve o kişinin dış görünüşüne bakarak, hayal gücünün de yardımı ile, bir hikaye veya masal uydururdu.
Partiyi ve geçmişi düşünürken site kapısına gelmiştim bile. Güvenlik beni görünce önündeki düğmeye basarak site kapısını açtı. Evime doğru yol aldım. Eve girdikten sonra poşetleri mutfağa bıraktım ve merdivenleri aceleyle çıkıp odama yöneldim. Hızlı olmam gerekiyordu, ellerimi yıkadım ve çabucak aşağı indim. Malzemeleri poşetlerden çıkardım ve tezgaha dizdim. Bütün poşetleri boşalttığım esnada kapı çaldı. Gelen üniversiteden arkadaşım Enes’ti. Onunla üniversitede aramızda hep bir rekabet olurdu. En saçma şeyleri bile yarışa dönüştürürdük ve bundan zevk alırdık. Ona, partiye hazırlık konusunda bana yardımcı olmak için gelebilip gelemeyeceğini sordum ve hiç düşünmeden gelebileceğini söyledi. Ayrıca babasının da bir aşçı olmasına bağlı olacaktır ki yemek konusunda da çok iyiydi.
Her şeye rağmen yemekleri hazırlamayı ve evi partiye uygun bir hale getirmeyi başarmıştık. Geriye kalan zamanda da sohbet edip hasret gidermiştik. Yarım saat sonra da arkadaşlarımız yavaş yavaş gelmeye başlamıştı. İlk gelen her zamanki gibi Saniye olmuştu. Aramızda en dakik olan oydu. Verdiği sözden asla dönmez, sözünü gerçekleştirmek için elinden geleni yapardı. Saniye’den sonra Hayat geldi. Hayat her zaman beni biraz korkuturdu çünkü bazen yakın geleceği tahmin edebiliyordu ve hiçbirimiz buna anlam veremiyorduk. En son da tabii ki de Deniz kapıyı çaldı. En rahatımız da oydu, çoğu zaman buluşmalara geç kalsa da onun rahatlığı bizi de rahatlatıyordu.
Kısa bir sohbetten sonra sofraya geçildi. Enes yine yemek pişirme üzerine olan marifetini göstermişti. Yemekler bitince herkes bana teşekkür etmeden “Eline sağlık Enes.” diye de araya sıkıştırdım. Kanepelere oturup bir süre yediklerimizi sindirdiğimiz esnada kapı çaldı. Ev sahibi olarak kapıya ben baktım. Kapıyı açtığımda kimseyi göremedim. Etrafa biraz baktıktan sonra gözüme eşikteki zarf çarptı. Zarfı aldım ve inceledim; üstünde sadece ismim yazıyordu, adres bile yoktu. Bir an ürperdim ama ondan sonra kapıyı kapadım, zarfı ayakkabılığa bıraktım ve arkadaşlarımın yanına döndüm. Geri döndüğümde kimin geldiğini sordular, ben de “Postacıydı herhalde.” dedim.
Biraz dinlendikten sonra sıra oyunlara gelmişti. En başta sessiz sinema ile başladık. Ben her zamanki gibi hakem olmuştum çünkü filmler ile aram hiç iyi değilken bir de üstüne filmleri anlatmakta da çok kötüydüm. Sessiz sinemadan sonra oyun konsolumdan hep birlikte bir yarış oyunu oynadık. Enes ile rekabete o kadar kapılmıştık ki sonuncu olmuştuk. Sonunda günün son oyununu oynama zamanı gelmişti: Kimin nesi? Eski partilerde anlatılan hikayelerden ve masallardan konuşmaya başlamışlardı. O sırada Hayat “Peki ya hangi pencere sokağı görüyor, yani nerede oynayacağız?” diye sordu. İşte tam o sırada bu evin bırak camından çatısından bile hiçbir sokağı göremeyeceğimizi fark ettim. Bunu arkadaşlarıma söyledim ve bir çözüm aramaya başladık. Bu partiyi “Kimin nesi?” oynamadan bitiremezdik.
En sonunda aklıma gizemli bir şekilde kapıma bırakılan o zarf geldi. Tam olarak “Kimin nesi?” olmasa bile o mektubu kullanarak benzeri bir oyun oynayabilirdik. Zarf bana gelmişti ama ben bile içinde ne olduğunu bilmiyordum ki bu da aklıma o muhteşem fikri getirdi. Herkes sırayla mektubun içinde ne yazdığını tahmin edecekti ama sanki “Kimin nesi?” oynuyormuşuz gibi bir hikaye veya masal uyduracaklardı. Fikrimi onlara söylediğimde hepsinin tepkisi aynıydı: “Hiç yoktan iyidir.”
Mektubu koyduğum yerden aldım ve kanepelerin ortasındaki sehpanın üstüne attım. Bir süre incelediler. İlk aday Enes oldu. Ona göre bu zarf bir yarış şirketinden gelmişti. Benim üniversitede ne kadar hırslı olduğumu gören bir adam beni bir süre uzaktan incelemişti ve Enes ile aramızdaki rekabetten dolayı benden etkilenmişti. Beş yıldır benim hareketlerimi inceleyen şirket, benimle en sonunda bugün iletişime geçmişti.
Enes’ten sonra Saniye konuşmak istemişti. Ona göre de bu zarf başka bir diyarda mahkum olan bir şövalyeden gelmişti. Bu şövalye duvar taşlarından kopardığı bir parçayı kullanarak yemeklerin yanında verilen bir parça peçetenin üstüne yazmıştı. Sonra da bir şarkı söyleyerek kanaryaların hücrenin küçük camının önünde toplanmasını sağlamıştı. Mektubu bir kanaryaya vermiş ve onun kulağına yavaşça benim adresimi fısıldamıştı. Hikayenin tam bu noktasında Deniz gülmeye başladı. Bu duruma biraz bozulan Saniye, Deniz’e “Madem bu kadar komik buldun, o zaman anlat da seninkini de dinleyelim!” dedi. Deniz de uzun bir sessizlikten sonra Saniye’den özür diledi ve anlatacak hiçbir hikayesinin olmadığını söyledi.
Geriye Hayat kalmıştı. Hayat da bir hikaye uyduramadığını söyledi. Tam Enes “Ama öyle olmaz…” derken Hayat laflarını ağzına tıkadı ve bir tahmini olduğunu söyledi. Hepimiz onun tahmin konusunda ne kadar iyi olduğunu biliyorduk bu yüzden merakla onu dinlemeye başladık. Cümleye “Bence…” diye başlayıp biraz bekledi. Deniz sabırsızlıkla “Eeee, sence.” dedi. Hayat cümleye “Bence bu mektubun içinde faturaların var.” dedi. Bu cevabı herkese komik gelmişti ama ben gülmüyordum çünkü verdiği cevap ne kadar saçma olsa bile doğru olabilirdi. Heyecanla mektubu sehpadan aldım ve açtım. Gördüğümüz şey diğerlerini baya şaşırtmıştı. Mektubun içinde gerçekten de faturalarım vardı.
Bir süre şaşkınlıkla mektuba baktık. Bir anda mektubu kaptım ve kapıyı açıp güvenliğe doğru yöneldim. Sonuçta güvenlik bunu kimin bıraktığını biliyor olabilirdi, birisi içeri girerken veya dışarı çıkarken kapıyı o açıyordu. Yani giren çıkandan haberi vardı. Güvenliğe mektubu gösterdim ve kimin bırakıp bırakmadığını sordum. Güvenlik “Ben bıraktım.” deyince iyice şaşırdım. Güvenlik olayı anlamış olacak ki gülmeye başladı ve bana işin aslını anlattı.
Meğerse bu mektubu yan komşum güvenliğe bırakmış. Bir süredir postacı benim faturalarımı yan komşumun posta kutusuna bırakıyormuş. Yan komşum da iş saatlerinden dolayı beni yüz yüze göremiyormuş. Bu sebeple de mektubu güvenliğe bırakmış. Güvenlik beni ilk gördüğünde vermeyi unutmuş ve daha sonra postacı gelince aklına gelmiş.
Bunu arkadaşlarıma anlatmaya gittiğimde Hayat’ı sorguya çekmiş, zarfta faturalarımın olduğunu nereden bildiğini soruyorlardı. Onlara da işin aslını anlattım. Hepimiz o gün çok eğlenmiştik ve sonraki yıl Hayat’ın evinde toplanmak için sözleştik.