Zamanın Ötesinde

Gözlerimi açtığımda kendimi, nasıl geldiğimi bilmediğim, dört yanı beyaz duvarlarla kaplı, kutu gibi küçücük bir odada buldum. Odanın içerisinde sadece kocaman bir cam pencere ve bir takvim vardı. Neler olduğunu anlayamıyordum. Takvimin yanına yaklaştığımda yılın 2112 olduğunu gördüm. Hatırladığım en son tarihten tam 90 yıl sonrasıydı.

Pencerenin kenarına yaklaştım. Belki pencereye bakarak nerede olduğumu öğrenebilirim diye düşünsem de gördüğüm manzara buna yetmedi. Kurak bir yere bakıyordum sanki aylardır tek damla su toprağa değmemiş gibi görünüyordu. Etrafta yaşama dair hiçbir iz görünmüyordu ne bir bitki ne de bir hayvan vardı. Havanın rengi neredeyse toprakla aynı renkteydi. Havada tek bir bulut dahi yoktu. Gökyüzüne baktığımda tek görebildiğim şey kahverengi tozlar ve arkadan hafif parlayan Güneş’ti. Güneş cansız ve soluk görünüyordu belki de gücü artık Dünya’yı aydınlatmaya yetmiyordu.

Gördüğüm bu şeyler ve duvardaki takvim o anda gelecekte olduğumu anlamamı sağladı. İleride iki tane camdan yapılmış yarım küre duruyordu. Pencereden bana çok küçük gözükseler de yanına gidildiğinde bir şehir kadar büyük olabileceklerine emindim. Kürelerin içindeki uzun yapılar binaya benziyordu. Bu yarım kürelerin insanların geleceğin dünyasında yaşayabilmek için kurdukları şehirler olduğunu düşündüm. Bu koşullarda dışarıda yaşayabilmek zaten pek mümkün görünmüyordu.

Hani gelecekte uçan arabalar, göğe uzanan gökdelenler, robotlar olacaktı. Benim buradan görebildiğim tek şey yaşanılmaz bir gezegende cam küreler içine hapsolmuş beton binalarda tek amacı yaşamak olan insanlar. Bu bilim kurgu filmleriyle, internetteki yazılarla beynimize işlenen gelecek fikirlerinden çok daha kötü görünüyordu.

Ben bunları düşünürken cam kürelerden birinin üstünde kare şeklinde bir boşluk belirdi. Boşlukta diğer cam küreye gönderilen bomba ile cam küre bir toz bulutuna dönüşüverdi. Tüm binalar saniyeler içinde toz buluntuna katıldı. Kare boşluk tekrardan camla kapandı. Anladım ki insanoğlu gelecekte de eski alışkanlıklarından vazgeçmemişti. Savaşlar her zaman doğanın değişmez kanunlarından biri olmak zorundaydı.

Bombayla yok edilen cam küreden geriye kalan birkaç insan görünüyordu. Astronot kıyafetlerine benzeyen garip kıyafetler giyiyorlardı, sırtlarındaki oksijen tüpleri ve paletler ise dalgıçları anımsatıyordu. Belli ki kürelerin dışında nefes almak mümkün değildi. Zaten ağacın olmadığı bir bölgede nefes alabilmek düşünülemezdi.

Sonrasında garip kıyafetli insanlardan ikisi bulunduğum küp şeklindeki odanın penceresine doğru sanki suyun içinde yüzüyormuşçasına süzülerek yaklaştı. Dünya benim bildiğim haline göre çok değişmişti insanlar havada uçabiliyorlardı. Toprak üzerine basıldığında basan insanı kendine katacak kadar kuru görünüyordu bu yüzden uçmak bir mecburiyetti. İnsanlardan birinin pencereyi tıklatacak kadar yakınlaşmasıyla ürkerek geri çekildim. Benim varlığımı fark etmiş olmalılardı. Bu insanların benim hakkında ne düşündüğünü merak ettim. Fakat ben kafamdaki sorulara cevap aramaya vakit bulamadan etrafımdaki her şeyin aniden siyaha dönüşünü izledim.

Gözlerimi açtığımda kendimi bir hastane yatağında buldum. En son hatırladığım her şeyin siyaha dönüşmüş olmasıydı. Etrafımda doktorlar toplanmış ilaçlarıma devam etmem gerektiğini söylüyorlardı ama ben gördüklerimin beynimin bana oynadığı bir oyun olmadığına emindim. Gördüğüm şeylere doktorların inanmaması beni hasta yapmamalıydı. Kim bilir belki de onların sahte sandığı gerçekler dünyanın gerçeklerinden biriydi.

(Visited 26 times, 1 visits today)