Zaman makinesinin mucidi olarak, tarihte yaptığım ilk yolculuk, hem heyecan dolu hem de derin düşüncelere sevk eden bir deneyimdi. O gün laboratuvarımda, titizlikle inşa ettiğim zaman makinesinin önünde dururken, kalbim çılgınca çarpıyordu. Başarılı olup olmayacağım konusunda emin değildim, ama içimde büyük bir keşif arzusuyla doluydum. Yıllar süren araştırma, deneme ve hatalarla dolu süreç sonunda meyvesini vermek üzereydi. Zamanın akışını kontrol edebilmek, insanlık tarihine dair en büyük hayallerden biriydi ve şimdi bu hayali gerçekleştirmek için hazırdım. Zaman makinesinin içi, parlak metal yüzeyler ve karmaşık göstergelerle kaplıydı. Her bir düğme ve kadran, sonsuz olasılıkların kapılarını aralıyordu. Büyük bir dikkatle tarih ve saat ayarlarını yaptım: 14 Nisan 1912, Titanik’in batış gecesi. Amacım, bu trajik olayın tam ortasında neler yaşandığını görmek ve belki de tarihin akışını değiştirmeyi denemekti. Bu tarihi anı seçmemin sebebi, insanlık tarihinin önemli anlarından birine tanıklık etmekti. Hazırlıklarımı tamamladıktan sonra derin bir nefes aldım ve kolu çektim. Bir an için gözlerimi kapattım ve makinenin gürültülü çalışmasını hissettim.
Gözlerimi açtığımda, kendimi Titanik’in güvertesinde buldum. Gemi, muhteşem bir şekilde ışıl ışıl parlıyordu ve insanlar eğleniyor, dans ediyor, sohbet ediyordu. Gecenin karanlığında, yıldızlar denizin üzerinde pırıl pırıl parlıyordu. O anın büyüsüne kapılmamak elde değildi. Ancak, içimde bir yerde hissettiğim hüzün ve korku, yaşanacak trajediyi biliyor olmamdan kaynaklanıyordu. Geminin görkemi ve insanların neşesi, yaklaşan felaketi düşündükçe içimde buruk bir sevinç yaratıyordu. Bir süre gemiyi keşfettikten sonra, üst sınıf yolcuların olduğu salona yöneldim. Orada, tarih kitaplarında okuduğum ünlü kişileri görmek beni hem şaşırttı hem de heyecanlandırdı. Aralarına karışıp sohbet etmeye başladım. İnsanların gülümsemeleri, neşeleri, korkunç kaderlerinden habersiz oluşları içimi burktu. Her biri, hayatının en güzel yolculuğunda olduğunu düşünüyordu. Konuştuğum insanların hikayeleri, hayalleri ve umutları beni derinden etkiledi.
Saat gece yarısını vurduğunda, geminin hafifçe sarsıldığını hissettim. O an, geminin buzdağına çarptığını anladım. İnsanların yüzündeki panik ifadesi, ortalığın karışmasına neden oldu. Ben de bu kaosun içinde kendimi buldum. Zaman makinemin bulunduğu yere doğru hızla ilerlemeye başladım. Fakat bir yandan da insanlara yardım etme isteğiyle doluydum. Güçlü ve kararlı adımlarla koşarak, bazı çocukları ve kadınları cankurtaran botlarına yönlendirdim. Her bir yardım çağrısı, yüreğimde derin izler bırakıyordu. İnsanların çaresizliği ve korkusu, tarihin bu anını daha da trajik kılıyordu. Zaman makinesine geri döndüğümde, aklım karmakarışıktı. Tarihi değiştirme imkanım varken, geçmişin akışına müdahale etmenin sonuçlarının ne olacağını bilmiyordum. İçimde büyük bir çatışma yaşadım; bir yandan tarihin akışını değiştirmek isterken, diğer yandan bunun olası sonuçlarından korkuyordum. Sonunda, doğru olanın tarihe saygı duymak olduğuna karar verdim. Geçmişin değiştirilemez bir parçası olduğuna ve insanlığın bu deneyimlerden ders alması gerektiğine inanıyordum.
Kolu çekip kendi zamanımıza geri döndüğümde, içimde büyük bir huzur hissettim. Evet, Titanik’in trajedisini engelleyememiştim, ama insanların hikayelerini, acılarını ve cesaretlerini birinci elden görme şansım olmuştu. Bu deneyim, bana insanlığın kırılganlığını ve aynı zamanda dayanıklılığını bir kez daha hatırlattı. İlk zaman yolculuğumdan dönerken, gelecekteki yolculuklarım için daha da hazır ve kararlıydım. Artık biliyordum ki, zaman yolculuğu sadece geçmişe gitmek değil, aynı zamanda insanlığın derinliklerine doğru bir keşif yolculuğuydu. Gelecek yolculuklarımda nelerle karşılaşacağımı bilmiyordum, ama her anın bir hikayesi ve her hikayenin de öğreteceği bir şey olduğunu biliyordum. Bu maceranın henüz başlangıcındaydım ve önümde keşfedilecek sayısız an vardı.