Sıradan bir gündü. Bilgisayarda ödevlerimi yapıyordum. Bir anda tangır tungur sesler duydum. Sesin geldiği yöne yöneldim. Aa! Bu ses bizim çılgın bilim adamı Zegro’nun yeni icadından geliyordu. İcadı incelemek için yanaştım. Masasının üzerinde Zegro’nun ürettiği elmastan kağıt vardı. Elmas kağıt yani yırtılmaz, zarar görmez, ıslanmaz, kirlenmez, olabildiğince parlak. Elmas kağıdın üzerinde yazanları sesli bir şekilde okudum. Kağıtta yazılanları okuyunca beni aydınlık bir odaya ışınladı. Odaya girince gözlerime inanamadım. Bu bir zaman makinesiydi.
Zaman makinesine doğru yürüdüm. Başka bir zamana gitme duygusu beni her zaman heyecanlandırır. Aleti incelemek için yanaşırken bir anda Zegro’nun robot köpeği odada belirdi. Köpekten kaçmak için kendimi zaman makinesinin içerisine attım. Olamaz! Yanlışlıkla elim kırmızı düğmeye değdi. Alet birden sallanmaya başladı ve bir anda kendimi Roma İmparatorluğu’nun başkentinde buldum. Karşıdan ürkütücü bakışlı ve çok ihtişamlı biri geliyordu. Gözlerime inanamıyorum. Bu gelen bildiğimiz Büyük Sezar!
Etrafıma baktığımda buranın bir savaş alanı olduğunu fark ettim. Evet savaş alanının tam ortasında duruyordum. ama Sezar kiminle savaşıyordu. Olamaz! Pompei, Büyük Sezar’ın baş düşmanı, aynı zamanda abisi. Ben bir taht mücadelesinin tam ortasındayım. Ama bir gariplik sezdim. birbirleri ile savaşmıyorlardı. İkisi bir olmuş bana doğru geliyorlardı. Ben de kaçmaya başladım. Bu iki büyük savaşçı komutanla nasıl baş edebilirdim ki! Bir yandan kaçarken diğer yandan düşünüyordum. Benim acilen yaşadığım zamana dönmem gerekiyordu. Arkama baktığımda Zegro’nun robot köpeğinin Büyük Sezar ve Pompei’yi kovaladığını gördüm. Bu robot köpekte nereden çıkmıştı? Benim arkamdan kendisini ışınlamıştı. O anda kafama sert bir şey çarptı. Gözlerimi açtığımda olan bitenin bir rüya olduğunu anladım. Aman Allah’ım ne rüyaydı ama.