Zaman Deneyi

Kuşatma tüm hızıyla devam ediyordu. Her yer alevler içinde yanıp tutuşuyordu. Acımasızca gelen ok yağmurlarına karşılık ne yapacağını bilmeyen ahali sadece sağa sola koşuşturmakla yetiniyordu. Bu sırada köyün ücra bir köşesinde ikamet eden bilge evinde inzivaya çekilmiş, her zamanki gibi araştırmalarını sürdürüyordu. Kulağı çok zor işitiyordu bu bilgenin. Dolayısıyla olan bitenlerden hiç haberi yoktu ta ki penceresinden içeri giren o hızlı okun rüzgarını buruşmuş yüzünde hissedene kadar. Çaresizce pencereden dışarı hüzünle baktı. Hayatının geçtiği bu güzel köy tarumar edilmişti.

“İşte bitti Marko artık kalkabilirsin” dedi profesör. Marko gözlerini ovuşturarak doğruldu ve deney masasından aşağı indi. Gördüklerinden çok etkilenmişti. Profesör robot asistanlarına bilgisayarın başına geçip Marko’nun anlatacaklarını yazmalarını emretmişti. Boğazını temizleyerek kalın ve titrek sesiyle “Anlat bakalım Marko neler gördün?” dedi profesör. Marko bilge karakterini o kadar benimsemişti ki köyün yıkılmış hali gözünün önünden gitmiyordu. Hüzünlü gözlerle tüm olan biteni anlattı. Bu sırada söylediği her kelime robotlar tarafından kayıt altına alınıyordu. Anlatımını tamamladıktan sonra profesör ona odasına gidip dinlenebileceğini söyledi.

Marko bu büyük laboratuvarda her zaman kaybolacak gibi hissediyordu. Biraz dolaştıktan sonra nihayet odasına buldu. Yüz tanıma sistemi ile kapısı açıldıktan sonra içeri girdi ve yatağına uzanıp derin düşüncelere daldı. Hep sorguluyordu neden ve hangi amaçla burada olduğunu. Peki ya şu bilge, geçmişe gidip yerine geçtiği adamda neyin nesiydi öyle. Böyle düşünceler oyalayıp duruyordu onu.

Ertesi sabah tekrardan profesörün deney odasına gitti, zaman kapsülünün içine girdikten sonra bilgenin yerine geçmişti. Geceydi. Pencereden sızan ince ay ışığı hüzmesi doğrudan yerdeki yosun tutmuş taşları aydınlatıyordu. Arkasını döndü ve gördüğü şey demir parmaklıklardan başka bir şey değildi. Savaştan sağ kurtulmuştu fakat zindana hapsedilmişti. Hızlı adımlarla yaklaşan gardiyanlar yemek ve su getirmişti bilgeye. Yemeğini yedikten sonra uykuya daldı. Sabah olduğunda ise parmaklıkların öbür tarafında komutan onun uyanmasını bekliyordu. Nihayet bilge uyanmıştı ve karşısında komutanı görünce şaşırdı. Komutan lafı uzatmadan ‘Sana iki tercih sunacağım, ya bu diyarlardan sürgün edilip vahşi doğanın pençelerinde ölüme mahkum olursun ya da ölüm gelip kapını çalana kadar bizim için hizmet edersin. Yarın sabaha kadar ikisinden birini seç ve kararını bize bildir’ dedi ve arkasını dönüp gitti.

Işıklar açıldı ve Marko uyandı. Aynı işlemler tekrarlandıktan sonra devasa laboratuvarın içinde gezintiye çıkmak istedi. En bilinmeyen köşelere doğru uzun bir yürüyüşten sonra profesörün olduğunu tahmin ettiği bir odaya daldı. Meraklı gözlerle süzüyordu odayı Marko. Hiç bu kadar büyük bir kütüphane görmemişti. Gözünü kestirdiği birkaç kitabı alıp incelemeye başladı. Bilimle ilgiliydi bu kitaplar. Pek bir şey anlamasada sayfaları karıştırmaya devam etti. Eline aldığı bir kitabın içerindeki küçük not kağıdı dikkatini çekmişti. Kitabın 116. sayfasını çevirdi ve karşısına el yazısıyla yazılmış bir telefon numarası çıkmıştı. Kağıdın arka yüzünde ise “Her Şeyin Sonu” yazılıydı. Hemen eline kağıt ve kalem alan Marko bu numarayı kaydetti. Kitapları tekrar eski yerine koyup odadan hızlıca ayrıldı ve kendi odasına seri adımlarla ilerledi.

Yol boyu sorular Marko’nun zihnini kurcalamıştı. Odasına vardığında hemen telefona sarılıp numarayı tuşladı ve biraz bekledikten sonra robotik bir ses ona ‘Hikayenin sonu için bu dediklerimi iyi dinle. Söyleceğim adımları yaz ve teker teker uygula. Öncelikle gece yarısı herkesin çalışmayı bıraktığından emin ol, sana deney yapılan odaya git ve beni tekrar ara’ dedi. Hemen ardından telefon kapanmıştı. Mecburen gece yarısını bekleyecekti.

Saat dörde geliyordu. Marko sessizce odasının kapısını açtı, etrafı kolaçan etti ve hikayenin sonunu öğrenme ümidiyle deney odasına doğru ilerledi. Odaya ulaştığında numarayı tekrar aradı ve aynı ses ona birtakım kodlar verip, makineye o kodları girmesini istemişti. Heyecanla kodları yazdıktan sonra kapsülün içine girdi ve zaman yolculuğunu başlattı.

İşler pekte istediği gibi gitmedi. Bilgenin yerine geçmesi gerekirken sadece karanlık bir boşlukta aşağı doğru düştüğünü hissetti. Çığlıklar eşliğinde hızla düşerken telefondaki robotik ses ona ‘İşte çok merak ettiğin son buydu’ diyerek kahkaha atmaya başladı. Zaman makinesinin uçsuz bucaksız evreninde kaybolan Marko çaresizce olacakları bekliyordu. Kurtuluşu olmadığını biliyordu ve bilgenin sonunun ne olacağını asla öğrenemeyecekti. Artık geri dönüş yoktu.

(Visited 105 times, 1 visits today)