Ben Mira ve ben bir şey icat ettim, bu şey bir zaman makinesi. Rastgele bir zaman ayarladım ve oraya 1 saat içinde vardım. Yıl 1923 ve ben TBMM’nin yanındayım. Atatürk sahnede konuşma yapıyor, insanlar mutluluktan ağlıyor ve ben hala ne olduğunu anlamaya çalışıyorum ve o sırada kafamın içinde bir ışık yandı. Tabii ya, bu yıl cumhuriyetin ilanının yılıydı. Atatürk birden konuşmasını yarıda bırakıp bana şaşkınlıkla bakmaya başladı. Zeki ben, sanki 3487 yılından fırlamış gibi görünüyordum. Atatürk sahneden indi ve bana doğru yaklaştı, eğilip bana doğru “Sen nereden ve hangi yıldan geldin buraya genç kız?” diye bir soru yöneltti.
Utanç dolu bir gülümseme ile cevap verdim, “Ben yıl 2070, Ankara’dan geliyorum Paşa’m” dedim. O ise hala yüzünde şaşkınlıkla bana bakıyordu ve sanki kafasından geçen düşünceleri okuyabiliyordum. Sanki bana “Buraya nasıl geldin?” diyordu gözleriyle ama bu gözler hayatımda gördüğüm en mükemmel gözlerdi ve ona cevap verdim, “Ben zaman makinesini ve ışınlanmayı icat eden 21 yaşında bir profesörüm” dedim. Bu sefer yüz ifadesi değişti ve bana gururla baktı. Ben ise hafif bir sıçrayış ile zaman makineme döndüm, artık eve dönme vaktim gelmişti ve zaman makinesinin 10 dakikalık süresi dolmuştu. Atatürk’e sarıldım, Türk halkına görüşürüz, dedim ve zaman makinesine döndüm. Eve 1 saat sonra geldiğimde gözümün önünden Atatürk’ün muhteşem gözleri gitmek bilmiyordu. Bu seyahatin bana verdiği yorgunluk ile derin bir uykuya daldım.