Bıkmadan, usanmadan aşağı doğru süratle akan bir kum saatinin ufak kum tanecikleriyiz biz. Durmadan sürükleniyoruz aşağıya. Kum saatinin daralan eşiğine geldiğimizde yalnızca arkamızda bıraktığımız kum taneciklerini ve pişmanlıklarımızı görüyoruz. Yaşama başladığımızda önümüzde uzun bir yol var gibi gözüküyor ancak kum saatinden düşerken bu sırada yaşadıklarımızı ve pişmanlıklarımızı düşünüyor, ne kadar kısa olduğunun farkına varıyoruz.
Kimilerimiz bunları düşünmek için bolca zaman buluyor hasta yatağında, kimilerimiz ise bu kısacık ölüm eşiğinden geçerken aklına gelenlerle yetiniyor. İnsan kendine arada bir “Zaman nedir?” diye sormadan edemiyor.
Sahiden neydi zaman? Bizim gibi kum taneciklerinin oluşturduğu bir kum saati miydi? Sonbaharı gelen bir yaprağın dalından ayrılma süresi miydi? Varlığını hissetmediğimiz bir şey nasıl var olabilirdi? Göremediğimiz bir şey nasıl mevsimleri değiştirebilir, koklayamadığımız bir şey nasıl güneşi batırıp ayı doğdurabilir, dokunamadığımız bir şey nasıl dünyayı değiştirebilirdi? Zaman bir kuşun kanat çırpışının süresi miydi? Zaman, kum saatinin daralan eşiğine geldiğimizde yaşadığımız bütün pişmanlıklardı. Hep zamanı suçladık ama zaman bizi ne gördü ne de umursadı.
Bu dar eşikten geçerken pişman olmamak, zamanı suçlamamak için yapacaklarınızı yapmadan gözden geçirin.
KAYNAKÇA: