Bugün 29 Ekim. Bugün akıl almaz boyutta bir zekâya sahip, faziletli ve ulu önder Atatürk’ün toplumu bir güruh haline getiren dogmatik zihne olan darbesinin 100. yıl dönümü. Bugün yüz binlerce mehmetçiğin kanıyla sulanmış topraklarda geçirdiğimiz vaktin 1 asra bedel olduğu ve daha onlarca asra tekabül edeceği gün. Bunca emek verilmiş, fedakârlıkta bulunulmuş, nadide bir toprakta yaşayan insanoğlunun dertleri ne kadar da küçükmüş.
Tahayyül edilemeyecek kadar devasa bir zafere imza atmış onca insanı unutmak zor olsa gerek değil mi? Görünen o ki zor değil. Öyle ki kendi ulusun kanınla ödediğin bedelde değil, kendi küçük dertlerinde kaybolmuş buluyor kendini. Onu bugünlere getirenin senin düşmanla çarpışırken feda ettiğin can değil, görmezden gelinebilecek bir etken olduğunu sanıyor. Bu tekâmül etmemiş güruh gittikçe ağırlaşıyor. Neden peki? Neden insan kendi varlığı adına can vermiş yüzlerce insana borçlu hissetme lütfunda bulunmuyor? Çünkü unutuyor. Unutturuluyor. Unuttukça bencilleşiyor. Kendine odaklanıp bağlanıyor. Geleceğini gelecek yapanın tarih olduğu siliniyor aklından. Nerede bu yüce insanlara rastlasa fütursuzca, lüzumsuzca konuşmaya başlıyor. Çünkü bir ilke uğruna ölmenin ne kadar altında anlam bulunduran bir eylem olduğundan bihaber. Ne de acınası olmuş insan değil mi? Kendi önderine hakaretler savuracak kadar.
Bir şey yapmalı. Bu fedakâr insanlara layık olacak kadar büyük bir şey yapmalı. Her nesle ulu önder Atatürk’ün yalnızca tarihten ibaret olmadığını, Atatürk’ün geleceğin de ta kendisi olduğunu öğretebilecek kadar sürdürülebilir bir şey yapmalı.
Klişelere sığınalım. Her şey ailede başlar. Ailen neyse sen de osundur. Ailen tarihine, geleceğine sahip çıkıyorsa sen de çıkarsın. İnsan ya ailesini iyi örnek alıp onlar ne yapıyorsa onu kopyalar ya da onlar ne yapıyorsa tam tersini yapar. Bu tamamen insanın ussal olup olmamasıyla alakalıdır.
Daha ne yapmalı? Anlatmalı. Her şeyi şeffaflaştırmalı. Her şeyi olduğu gibi anlatmalı. Ancak anlatmalı. Anlatmadan bir nesil yetişmez. Anlamadan yetişirse primat olur.
Sonra vefakâr olmalı. Kendi öz benliğini yaratan unsura şükran duymalı. Her fırsatta anmalı. Yaşamasını sağlamalı. Onsuz var olamayacağını öğrenmeli.
Özetle, insanı insan yapan bir unsur da onun için kendinden vazgeçen insanlara duyduğu saygıdır. Kazanılmış büyük zaferler, dökülmüş nice kanlar, bir uğurda verilen emekler yadsınamayacak kadar elzemdir. Hatırlanmazsa solar, unutulur ve sonunda ölür. İnsan canı pahasına değerlerine sahip çıkmalıdır. Aksi takdirde nesli öldüren insanın cehaleti olur.