Yüz on altı

Babam. Ben babamı çok az biliyordum. Kendisi genellikle işiyle uğraşırdı. Ailesine yeteri kadar vakit ayırmayan biriydi. Annemle bizi severdi bilirdim bunu ama bilmediğim bir sebepten dolayı işi bizden önce gelirdi ya da ben öyle düşünürdüm. Babam bilgili biriydi birçok konu hakkında fikir sahibiydi. Aynı zamanda birçok ülke gezmiş birisiydi. Ama ben babamın işi hakkında çok şey bilmezdim. Çünkü babam işi hakkında konuşmaktan hoşlanmazdı.

Ben küçükken babamla vakit geçirdiğim zamanlarda birlikte değişik oyunlar oynardık. İlk önce ılık duş alır sonra bahçemizde veya evin bir odasında karşılıklı oturur; aklımızdan bir şey düşünür onu bilmeye çalışırdık. Ya da yakınımızdaki bir eşyayı hareket ettirmeye çalışırdık. Bazı zamanlar babam ben oyun oynarken bir yerimi çarpıp canımı acıttığımda elini yaklaştırır ve gözleri kapalı acımı geçirmeye çalışırdı. Hatta bazı zamanlar işe yarardı. Böyle durumlarda babam sanki doktormuş ben de hastaymışım gibi davranırdık.

Şimdi yirmi altı yaşındayım ve babamın yapabildiklerini ben de yapabiliyorum. Bu yeteneğimi keşfetmem kitap okumaya düşkünlüğüm sayesinde oldu.

Sanırım o zamanlar on dokuz yaşındaydım babamın aramızdan ayrılışının üçüncü ayıydı. Okulda dersler yoğunlaşmıştı ve kafa dağıtmak için Şeker Portakalı’nı okumak istemiştim. O kitabı babam bana onuncu yaş doğum günümde almıştı ve kitabı okuduğumda çok sevmiştim. O günden beri kafamı dağıtıp rahatlamak istediğimde bu kitabı okurum. O gün de kitabı okurken kitabın yüz on altıncı sayfasını çevirdim ve karşıma el yazısıyla yazılmış bir cep telefonu numarası çıktı.

El yazısına biraz bakınca babamın olduğunu anladım. Ama neden bu numarayı kitabımın arasına koymuştu ki? Bu kitabı en son bir iki yıl önce okumuştum ve o zamandan beri elime dahi almamıştım. Demek ki babam bu numarayı ben kitabı okuduktan sonra koymuş. Peki ama niye bana bir şey söylemek yerine kitabın arasına koymayı tercih etmişti? Aklıma o an babamın kendisinin öleceğini önceden biliyor olabileceği aklıma geldi. Böyle bir şeyi düşünmek bile rahatsız ediciydi. Neden bu numaranın burada olduğunu öğrenmemin tek yolu bu numarayı aramaktı.

Anneme bir bahane uydurup dışarı çıktım. Bulduğum ilk telefon kulübesine girdim. Kendi cep telefonumdan aramak istememiştim. Numarayı tuşladım ve bir müddet bekledim ardından biri konuştu:

-Alo!

-Kiminle görüşüyorum acaba?

-Affedersiniz bu numarayı sizin kimden aldığınızı öğrenmem lazım.

-Neden ki?

-Verdiğiniz cevaba göre size merak ettiğiniz her şeyi söyleyebilirim çünkü.

-Babam bana bırakmış.

-Eğer sen sandığım kişi isen babanın sık sık gittiği kulübede buluşalım.

Ve telefonu kapattı. Artık her kimse babamı tanıyor olmalıydı bu yüzden kulübeye gitmem endişelenecek bir durum gibi gözükmüyordu.

Bir süre sonra kapının önündeydim ve kapıyı çaldığımda beni ellili yaşlarında bir adam karşıladı. “ Alexandra, içeri girmeyecek misin dediğinde onu tanıdım. Çünkü babamın Edwin amca dışındaki bütün arkadaşları beni Alex diye çağırırdı.

İçeri girdikten sonra Edwin amca beni bodrum katına götürdü. Böyle bir kulübeden beklemeyeceğiniz kadar büyük bir bodrumu vardı. İçeride yirmi otuz insan vardı. B urada camdan yapılmış bölmelerde hastalar ve doktorlar vardı. Camdan bölmenin sonunda ise bazı insanlar monitörlere bakarak kendi aralarında bir şeyler konuşuyorlardı. Camdan bölmelerde doktora benzeyen insanların yaptıkları küçükken babamın canım acıdığında bana yaptığı hareketlere benziyordu. Edwin amcayla boş bir bölmeye geçip oturduk ve anlatmaya başladı: “Babanla küçükken yaptıklarınızı hatırlıyorsundur. Onların hiçbiri sadece oyun değildi. Özellikle de babanın senin canın acıdığında geçirmesi bilimsel olarak kanıtlanmış bir şey. Biz burada biyoenerji, telepati ve telekinezi hakkında araştırma yapıyoruz. Burada normal ve hasta insanların yanında para-psikologlar, doktor ve profesörler de var. Amacımız beynimiz ve hislerimizle yapabileceklerimizi test etmek. Aynı zamanda vücudumuzu da bir bütün olarak ele alıp vücudumuzun duygusal, zihinsel, ruhsal ve fiziksel ayarını yapıp aynı zamanda hastalıkların tedavisinde bu yolu kullanmak. Burada gördüğün insanların bazıları tüm vaktini burada geçirirken, tıpkı baban gibi, diğerleri ise normal iş hayatlarından arta kalan vakitlerde buraya geliyorlar.

-Peki annemin bundan haberi var mıydı, diye sordum.

Merak ediyordum çünkü ben hiçbir şey bilmiyordum ve görünüşe bakılırsa burada olanların pek de gelir kazanırmış gibi bir hali yoktu. Edwin amca devam etti: “Elbette vardı. Annenin geliri sizi idare edebiliyordu bu nedenle babana hiç itiraz etmedi ve hatta çalışmalarını destekledi.

Aslında bizim buradaki amacımız hastalıkları iyileştirmenin de ötesinde yaptığımız araştırmalarla insan beyninin gerçek potansiyelini ortaya çıkarmak, geliştirmek ve daha da öteye taşımaktı. Tüm çabalarımız bunun için” dedi.

Soracak bir şeyim var mı diye biraz bekledi:

-Burası bu hale nasıl geldi ve sizler birbirinizi nasıl buldunuz?

Edwin amcanın benim bu kadar şeyi merak etmemi komik bulmuş gibiydi gülerek cevap verdi: “Biz sizinle yakın yerlerde oturuyormuşuz. Bir gün evimin yakınındaki kafeye gitmiştim ve babanı biyoenerji hakkında araştırma yaparken gördüm. Ben de mesleğim sebebiyle bu konular hakkında araştırmalar yapıyordum. Bu yüzden babanın yanına gittim ve konuşmaya başladık. O kadar çok şey konuştuk ki ben kulübeden de bahsetmiştim ve biz de buraya gelmiştik. Sonradan inşaata verip burayı genişlettik. Zamanla ve sayımız arttıkça bu hale geldi. Buradaki birçok insana internet ve sosyal medya üzerinden ulaştık.” Biraz daha bekledi benim için:

-Peki benim neden hiçbir şeyden haberim olmadı? Ya da babam kendisinin öleceğini önceden nasıl biliyordu yani öyle olması gerekiyor ki numarayı bırakacağı vakti bilsin öyle değil mi?

Edwin amca biraz hüzünlenmiş gibi duruyordu: “Baban kanserdi ve bunu biraz geç öğrendi. Biraz araştırmayla biyoenerji hakkında bilgi edindi. Faydaları arasında kansere tedavi olarak kullanılabilir yazmıyordu ama baban bunun mümkün olabileceğini düşündü. Annen o kadar çok üzülmüştü ki babanın kararlılığı ve iyimserliği ile kısa sürede kendine geldi. Babana da her türlü yardımda bulundu.

Ama kanser için bir tedavi yöntemi bulamadık. Birçok konuda araştırma yaptık ama babanın hastalığı için bir şey bulamadık sadece kendisini biraz daha iyi hissetmesini sağlayabildik.

Bu tarz şeyler, telepati, telekinezi ve biyoenerji ile tedavi, doğuştan gelip gelişebileceği gibi sonradan kazanılan bir yetenek de olabilir. Babanın dediğine göre göre bu yetenekler sende doğuştan varmış yani en azından kendisi öyle düşündüğünü söylemişti. Bu yüzden baban bu numarayı sana bıraktı: hayatının önemli zamanlarını neden burada geçirdiğini öğrenip katılman için. Evet baban senin burada araştırmalara yardım etmeni, kendini geliştirmeni istiyordu. Böylelikle hem kendin hem de gelecek için bir katkıda bulunabilirdin. Evet ne düşünüyorsun?”

Elbette cevabım evetti. Bu konulara olan ilgim ve babamın da isteği üzerine buraya katıldım. Çalışmaları burada gerçekleştirmelerinin sebebi fazla insan olmaması ve önemli sayılabilecek bir gelişme olmadığı içinmiş. Zaman geçtikçe daha büyük bir grup haline geldik ve insanların bize olan güveni arttı. Böylece biyoenerjinin hastalıkların tedavisinde kullanılmasına yönelik olumsuz algıların önüne geçtik. Araştırmalarımızı bir isim altında yürütmeye karar verdik. Pek çok isim üzerinde konuşuldu ancak en çok desteklenen “Yüz on altı” oldu. Kansere gelince daha kesin bir çözüm bulamadık ama hala ısrarla araştırmalarımıza devam ediyoruz. Umuyorum ki yakın bir gelecekte çok güzel sonuçlar alınacaktır.

(Visited 35 times, 1 visits today)