Yine sisli bir sabah… Yavaş hareketlerle uyandım ve ağır ağır banyoya doğru yöneldim. Hızlıca bir duş alıp dişlerimi fırçaladım. Aynaya bakarken birden bir yabancı karşıladı beni. Kirli sakallı, bakımsız, saçlarına kar yağmış, soluk tenli bir yabancı… Yıkık dökük, hapis duvarlarıyla sosyalizmi anlatıyordu odam adeta. Onu bırak zaten guruldayan midemden başka sosyalizmi daha iyi zaten ne anlatabilir ki Gardırobumu açıp giyindim. Yani mavi gömlek, kravat, siyah pantolon… Gardırop dediysem de sizi yanıltmasın altı üstü kırık dökük bazamın altındaki üç şort, iki pantolon, üç mavi gömlek. Ee büyük lider ” Büyük fedakarlıklar yapmamız lazım kardeşlerim! Bize büyük fedakarlıklar bu savaşı kazandıracak.” dememiş miydi? Bu kadim vatanı o emperyalist köpeklerle olan mücadelemizden yüce lider sarayında bu kış memleketinde mango yiyerek bizde mavi gömlek, siyah pantolon, kravat giyip günde 12 saat domuz gibi çalışarak kazanacağız. Domuz gibi… Gariptir, yüce lider başa gelince zaten ilk olarak Hayvan Çiftliğini yasaklatmamış mıydı? İronik aslında çünkü domuzlar kitapta çalışmayıp yiyen kesimi temsil ediyor. Ah sisli sabahları da işte bu yüzden sevmem aslında, kafamı hep bu düşüncelerle doldurup beni sıkıntıya sokarlar.
Kafamı temizleyip, yüce liderin bizden istediği gibi içimden “Benim başaramayacağım şey yoktur.” mottosunu tekrarlayıp kendimi buz gibi olan sokağa attım. Soğuk bir gün. Hava rüzgarlı da değil o yüzden adeta insanın yüreğini donduruyor hava. Yamuk yumuk döşeli kaldırım taşlarında yürümek yeterince zor değilmiş gibi bir de yol çalışması var. Zor da olsa kendimi otobüs durağına atıyorum. Otobüs durağı gene tanıdık yüzlerle dolu. Tabi tanıdık dediysem sadece her gün birlikte aynı devlet dairesine aynı otobüse aynı saate bindiğimiz için tanıdık diyorum. Gerçi düşününce ben annemi hayatımda bu kadar çok kez görmedim bile. Yine de bu iş arkadaşlarım bana karşı adeta Berlin Duvarı gibi. Otobüse biniyoruz, tabii ki yüce lideri öven o ünlü marşlar çalıyor fakat bu 10 senelik tiran yönetimi savaş ve açlıktan başka bir şey getirmediğinden olsa gerek otobüste benden başka herkes bu marşları sevinçle söylüyor. Gerçekten de korkunun insana yaptıramayacağı şey yok.
Otobüs bizi 12 saat boyunca aralıksız çalışacağımız devlet dairesine bıraktı. Yüz tanıma sisteminden geçerek masalarımıza oturuyoruz. Önümde eski püskü bir bilgisayar var tahminimce yüce lider 10 sene önce yönetime gelmeden önce alınmış olsa gerek zira kendisini açmasının bir saat sürmesinden belli. Bilgisayarlarımız açılınca hep birlikten yüce liderin cebine nasıl daha çok kazandırırız diye arayış yollarına giriyoruz. O sırada her hafta olduğu gibi içimizden bir yoldaş hain olduğu gerekçesiyle alınıp bahçede kafasına sıkılıyor. Yeri hemen dolduruluyor ne de olsa halk biziz prestijli bir konumda görüyor. Bunun nedeninin yüce lider adına çalışmak olması ise bana oldukça ironik geliyor. Hakkını vermem lazım ki yüce lider gerçekten iyi bir iş çıkardı. 10 senelik beyin yıkama ve korku insanları sahiplerine sadık birer köpeğe çevirdi. Öyle ki bundan 10 sene önce başbakanlığını yaptığım devleti hatırlayan bile kalmadı ben ise tarih kitaplarından bile silindim. Ailemin bütün bireyleri öldürüldü ve ben yüce lider adına ölene kadar çalışmaya mahkum edildim. Ne diyebilirim ki? Çok yasa yüce lider!