Senato, bazı ülkelerde yasama organının bir parçası olarak görev yapan kurumdur. Senatolar genellikle çift meclisli ülkelerde bulunur ve daha yüksek düzeyde olan meclise verilen isimdir.Bu meclisin üyeleri ise sadece zengin ve aristokrat kesimden oluşmazdı aynı zamanda alt tabaka ve halk kesiminden olurdu.
Günümüzde hala çift meclisli sistemi uygulayan ülkeler ise;
Arjantin, Avustralya, Avusturya, Belçika, Bosna Hersek, Brezilya, Kanada, Almanya, Hindistan, Malezya, Meksika, Nepal, Pakistan, Rusya, İsviçre, Nijerya ve Amerika Birleşik Devletleri gibi bazı ülkeler, iki meclisli sistemlerinin kendi federal siyasi yapısına örneklerdir.Örneğin Amerika Birleşik Devletleri, Avustralya, Brezilya, Meksika ve Nepal’de, her eyalet veya ilin nüfusundaki farklılıklara rağmen, her eyalet veya bölgeye yasama meclisinin bölümlerinden birinde aynı sayıda koltuk verilir – bu, daha küçük eyaletlerin, yasama organının diğer meclisinde daha fazla temsile sahip olabilecek daha büyük devletlerin gölgesinde kalmamasını sağlamak içindir.Bu senatoların üyelerine senatör denirdi.Dünya tarihindeki ilk senato Roma’da M.Ö. 8. yüzyılda kuruldu.Bu senato sistemi hem günümüz bürokrasisini oluşturdu aynı zamanda hem Roma İmpratorluğu’nun hem de Napolyon dönemi Fransa’nın yapı taşlarını oluşturmuştur.Roma İmparatorluğu döneminde senatonun en yetkili kişisi imparatorluğun yöneticisi olurdu ama bugün tartışacağımız konu ise bu değil.Konumuz bu senato üyelerinin uğradığı güç zehirlenmeleri.Antik Roma’da senatörler halkın yararına olacak bazı hizmetleri yapacak kişiyi halkın gözünde çok yücelip güç zehirlenmesi yaşamasın diye engellerlerdi. Bu tutumun uzun vadede ülkenin yararına olacağını düşünürlerdi.Benim perspektifimden ise bu düşünce gayet doğrudur.Çünkü güç zehirlenmesi denen şey yüksek mevkilerde olan bir insanın başına gelebilecek en kötü hastalıklardan biridir.Eğer bir insan bu illetten kurtarılmazsa zehirlenen kişi iktidar uğruna gözünü karartır ve her türlü kötülüğü yapabilecek bir seviye gelir.Buna somut bir örnek vericek olursak Kanuni Sultan Süleyman’ın vezir-i Azam’ı Pargalı İbrahim paşayı görebiliriz.Kendisi Parga’da(Bir Yunan adası) fakir bir balıkçının oğlu olarak dünyaya gelmişti ve devşirme sistemiyle doğduğu yerden alınarak İstanbula getirlişmiştir.Sonradan Müslüman olmuştur ve İbrahim adını almıştır.İlerleyen yıllarda o dönemin Osmanlı veliahtı olan şehzade Süleyman’la tanışmıştır ve sağ kolu olmuştur.Şehzade Süleyman tahta çıktıktan sonra İbrahim’i önce has oda başısı yaptı ve ilerleyen dönemde piri Mehmed paşayı emekliye ayırarak İbrahim’i vezir-i Azam’ı yaptı.Buna ilaven Sultan Süleyman,İbrahimi kız kardeşi Hatice sultan ile evlenmesine izin verdi.İlerleyen yıllarda İbrahimin seferlerde gösterdiği askeri başarılar serasker ünvanını almasına yardımcı oldu.Ancak bu kadar yükselmesi içten içe İbrahim paşayı zehirlemeye başladı.Güç zehirlenmesi onun başına da geldi ve padişaha karşı kendi devletini kurabilecek cürete sahip düşüncelere kapıldı.Fakat bu düşüncelerden haberdar olan biri vardı o da padişahın kendisiydi.Sultan Süleyman bunun farkına vardı ve kardeşi olarak tanımladığı pargalı İbrahim’i bir gece cellatlara emir vererek boğdurttu.
İkinci örneğimiz için ise biraz daha batıya Fransa’ya gidiyoruz.İhtilal döneminde Maximilian Robespierre adında ki devrimin öncüsü olan adam halk ordusu ile birlikte kraliyet sarayını basarak kralı,kraliçeyi ve tüm aristokratları yakalayarak hepsini idam ettirdi.Kendisi aynı zamanda terör döneminin de başlatıcısıdır.
Bu dönemde kendisinin amacı bir Meclis ile mevcut monarşiyi devirip yarı diktatörlükte olan bir hükümet kurmaktı.Ancak o da zehirlendi ve yavaş yavaş hem akıl sağlığını hem de hakimiyetini kaybetti.Kendisi yönetimi ele geçirdikten sonra ülkedeki generallerin gücünden korktu bunların en başında Napolyon vardı.Onu memleketi Korsika adasına sürdü ama halk Robespierre’nin yönetiminde daha da sefil bir hale geldi ve Napolyon’u bir kurtarıcı olarak istedi ve Napolyon Fransa’ya döndükten halkın desteğiyle Robespierre’yi devirdi ve yeni üç konsülü senatoyu kurdu.Napolyon’un sistemine göre senatosunda yönetici kadrosunda en yetkili üç konsül vardı en yetkili olan 1.konsüllüğe kendisini getirdi ve kendi mutlak monarşi dönemini başlattı ama Napolyon’un farkı ise şuydu kendisi zehirlenmedi ve denetimini ölüm döşeğine kadar asla kaybetmedi.
Günün sonuna baktığımızda hem Roma senatosunun hem de benim ortak payda da buluştuğumuz bir nokta var o da şu; eğer bir insan elinde çok fazla güç bulunduruyorsa sağlıksız, tehditkar ve hayalperest tavırlar içinde bulunuyorsa kesinlikle bir zehirlenme içerisindedir.Bu tür insanları engellemenin iki yolu vardır.Ya ona insanlık yoğurdunu yedirerek bu güç zehirlenmesinden kurtarmak ya da tüm yetkilerini elinden almak.Çünkü bu kadar güçlü bir insan ancak tabanda olduğu zaman tavanda sahip olduklarının değerlerini kaybedince anlayabilir ve zehirlenmeden ancak o zaman kurtulabilir.