Hayatımızı uzun bir yol olarak düşünebiliriz. Elbette bu uzun yolun bazı kırmızı ve yeşil ışıkları olacaktır. Bu ışıkların kurallarına trafikte olduğu gibi hayatımız boyunca da uymalıyız. Yaşadığımız zorlukları, geçirdiğimiz kötü süreçleri, üzüldüğümüz anları, kafamızın karışık olduğu zamanları kırmızı ışığa benzetebiliriz. Peki küçüklüğümüzden beri kırmızıda geçmememiz gerektiği, durup beklememiz gerektiği öğretilirken neden hayatımızın kırmızı ışıkları ve çizgileri olduğu öğretilmiyor?
Yaşadığımız olayları sakince, düşünerek, objektif olarak, empati yaparak yorumlamalı ve karşılık vermeliyiz. Anlık isteklerimizin, düşünmeden verdiğimiz kararların sonuçlarını hesaplayarak hareket etmeliyiz. Aynı trafikte olduğu gibi acelemiz olsa bile arzularımıza yenik düşmeden, sadece kendimizi değil herkesi gözeterek ilerlemeliyiz. Yoksa verdiğimiz ani kararların, agresif tepkilerin, kırıcı cümlelerin yarattığı kazaların kölesi olarak yaşamak zorunda kalırız. Çünkü hiçbir zaman çarptığımız arabanın içindekini bilemeyiz. Yaşadıklarını, verdiği mücadeleleri, travmalarını, güçlüklerini göremeyiz kimsenin. Çünkü camlarımızı filtreleriz herkese ve iç dünyamızı yansıtmak istemeyiz. İşte bu yüzden düşünmeden karar vermemeli, karşımızdakilerim duygu ve düşüncelerini hesaplayarak konuşmalıyız.
Herkesin hayatının inişli çıkışlı zamanları, kırmızı ışıkları vardır. Bu süreçleri nasıl değerlendirdiğimiz, hangi açıdan baktığımız ve nasıl kontrol ettiğimiz asıl önemli kısmıdır. Nasıl mutluluk kaynağımızı motivasyonumuzu bulduğumuzda hızlanıyorsak bu kırmızı ışıklarda da durmayı bilmeliyiz. Bazı sınırlarımızı, affedemeyeceklerimizi, yorgunlarımızı simgeler bu kırmızılık. İçimize düşen karaltıyı, bir an önce geçip gitme isteğimizi simgeler. Sabrımızı sınayan uzun bir ışık da olabilir bu. Ama kendimizden ödün vermeden, inançlı olarak, güvenerek, akışa inanarak, düşünerek beklemeliyiz.
Hayatta bazı sınırlarımızın olması güzeldir; kendimize olan saygımızı, yaşam kalitemizi, kendimizi ifade edebilme kabiliyetimizi, iletişimimizdeki gücü arttırır. Nasıl kendi kırmızı çizgilerimize saygımız varsa başkalarının sınırlarına da saygımız olmalıdır.
Hepimizin üzüldüğü, ağladığı, güldüğü, kıskandığı, sevmeyi ve sevilmeyi hissettiği, kızdığı, kırıldığı, hayal kırıklığına uğradığı, değer gördüğü en az birer anı vardır. Bu anlar ve duygular bizi, hayatımızı, geçmiş ve geleceğimizi kısacası yıllarca gideceğimiz yolumuzu oluşturur. Yeri geldiğinde durmayı, beklemeyi yeri geldiğinde de dur durak bilmeksizin gitmeyi öğretirler bize. Hayatın keyfidirler aslında acısıyla tatlısıyla fakat görebilene.
Kimse demez ki “Neden kırmızı da geçilmez?”. Belki bencilliğimizden belki sabırsızlığımızdan belki de hiçbir şeyi sorgulama gereği duymamamızdan. Hayatta hiçbir zaman sadece kendimizi düşünemeyiz. Yeri gelir paylaşırız yeri gelir empati yaparız ama Dünya’nın sadece kendi etrafımızda döndüğünü düşünmeyiz. Nasıl trafikte de yol ne kadar uzun olursa olsun, ne kadar acil ve önemi şeyler olursa olsun kırmızıda geçmemeliysek aynı şekilde hayatta da nerede durmamız gerektiğini bilmeliyiz.
Hiçbir olay ve durumda karakterimizden, empati duygumuzdan ödün vermemeliyiz. Başkası için bekleyemediğimiz o 10 saniye bir başka cana mal olabileceği gibi hayatımızda da kırdığımız insanların duyguları onları bitiren şey olabilir. Bu yüzden saygı çerçevesinden çıkmayarak, kimsenin duygularını incitmeyerek, kendi sınırlarımızı ve başkalarının sınırlarını göz önünde bulundurarak yolumuza devam etmeliyiz. Çünkü bir gün de başka birinin kırmızı ışıkta geçip bizim hayatımızı kolayca bitirmeyeceğiniz garantisi yoktur.