Yirmi İki Yıllık Pişmanlık

Zor ve yaşaması güç hikayelerini dimdik ayakta ve güçlü bitiren insanlar yalnızlık çekmiş insanlardır genelde. Onlar hayatı tek başına sırtlanmış, her zorluğu desteksiz atlatmış, güçlü ama bir o kadar da yorgun insanlardır.

İşte bu insanlardan sadece bir tanesiydi Sophia. Chicago’da bir yetimhanede çocukluk deneyimini tamamlayan Sophia’nın ailesiyle ilgili hatırladığı tek şey annesinin eline tutuşturduğu bir kutuyla onu yetimhaneye bırakmasıydı. Ülkesi için canını dişine takan babası bir savaşta öldüğünde annesi ona bakmak istememişti. Bir çocuğun yaşayabileceği en büyük kabusu yaşamıştı en önemli yaşlarında: Sevgisizlik.

O sevgisizlik yuvasına terk edilen cılız ve kırılgan kız şimdi güçlü, aklına koyduğu her şeyi başaran bir kadın olmuştu. Hayatına attığı temelin tamamen değişmesini sağlayan o gün Sophia geçmişini de annesinin verdiği kutuyla hiç çıkarmamak üzere bir rafa kaldırmıştı. Aradan geçen onca yıla rağmen ne o kutuda ne olduğunu merak edip açmaya çalıştı ne de bunu aklından geçirdi. Bu geçmişini anımsamamasına yardımcı olmuştu. Artık kendisiyle tamamen yalnız kaldığında bile konuşmuyordu bu konuları.

Onun için bir devrim olan yetimhaneden sonra içindeki yaraları kapatmak için sert görünen, güçlü kadını oynamaya başladı. Çocukluğundan beri hasret kaldığı küçücük bir sevgi göstergesi onun buzlarını çözmesine yardım edecekti fakat bunun olmasına izin vermeyen kendisiydi. Çünkü gardını akt üst ettiğinde tekrar toparlanamayacağını biliyordu.

Yaralarının tek ilacı zaman olsa da bu yaraların kabuğu ne kadar zaman geçerse geçsin yumuşamıyordu. O kabukların tekrar kanamasını istemediği için kimseyle çok fazla samimiyet kurmuyor, özellikle konu aile olduğunda geride duruyordu Sophia. Bu hayatta onu koruyacak kimse olmadığı için her zaman kendini korumak için her türlü tedbiri almaya çalışıyordu. Her ihtimali düşünüyor, ölçüp tartmadan kara vermiyordu.

Aldığı bu önlemlerden biri de sevme duygusunun devreye girmesini engellemekti. Sevdiği herkesin onu terk ettiğini gösteren hayata güveni minimum seviyedeydi. Kaybedecek, değer verdiği birine sahip olmazsa kaybettiğinde onu üzen olaylar da yaşamayacağına inanarak hareket ediyordu.

Her bireyin bu dünyadaki amacı içten içe dünyanın ve evrenin bize verdiği güzellikleri yaşamaktır. Bazıları ise bunun en huzurlu şekilde yaşanmasını hak etse de karşı karşıya kaldığı tek şey acı olur. Biz çeşitli renklerle dolu hayaller kurarken hayat beklemediğimiz bir anda siyah bir boya kutusuyla karşılar bizi. Sevdiğimiz ne varsa boğulur bir avuç katran karasının içinde.

Hayatının tam anlamıyla siyah bir boya kutusunun içinde kaybolduğu bir rüyayla gözlerini açan Sophia’nın aynı rüyayla uyandığı günler bu sabahla beraber otuzu geçmişti. Hatırladığı kadarıyla annesi olduğunu tahmin ettiği kadın siyah suyla kaplı bir havuzun içine atlıyor ve can çekişerek ölüyordu. Ardından bu su Sophia’yı da içine çekiyordu ve o an Sophia’nın uyanmasına sebep oluyordu.

Bu rüyalardan sıkılan Sophia koca dolabın üzerine kaldırdığı ve yıllardır açmadığı kutuyu açmak için yatağından kalktı. ”Ona sakın dokunma!” diye fısıldadı kafasının içindeki bir ses. ”Şu an değil, sırası değil.” Bugüne kadar ne kadar önemli olduğunu umursamadığı kutu şu an gözünde her şeyden daha değerliydi. Kutunun ona hatırlattığı tüm nefret duygusu yok olmuştu.

Kutuyu alıp yatağa oturduğunda uzun uzun baktı ve yıllardır kendinden bile sakladıkları döküldü gözlerinden. Ne kadar yalnız olduğunu tekrar tekrar hatırlatan kutuyu hiç düşünmeden açtığında karşısına çıkan bir fotoğraftı. Hastane yatağında, ağzına kocaman bir boru ve vücuduna onlarca kablo bağlanmış bir kadın yatıyordu. Gözleri kapalıydı.

Daha fazla beklemek istemediği için kutudaki beyaz zarfı hızla eline aldı ve yırtarak açtı. İki sayfa uzunluğundaki yazıyı hayatında hiçbir yazıyı okumadığı kadar hızlı okumaya başladı. Okudukça hıçkırıklarına bir yenisi ekleniyordu.

Doğum yaptıktan sonra kanserle savaşırken felç kalan annesinin hikayesini okuyordu Sophia. İnanmak istemiyordu. Sevdiği kadını öyle görmeye dayanamadığı için intihar eden ve tüm bunlara rağmen kendisi için savaşan annesinden nefret ederek yaşadığına inanmak istemedi. Yetimhaneye bırakıldığı gün ölmüştü Sophia’nın annesi. Onu yetimhaneye bırakan ise yaşının küçüklüğüyle hatırlayamasa da annesi zannetmesine rağmen annesi değildi. Annesi o gün hayattaki son nefesini vermişti.

”…Her şeye rağmen yaşama hakkını elinden alamazdım güzel kızım. Bu hayatta en güzelini yaşaman dileğiyle.” cümleleriyle bitiyordu mektup. Cümleler tekrar tekrar kafasında yankılanırken fotoğrafı saatlerce inceledi Sophia. Annesinin hayata bıraktığı son şey acı dolu bir fotoğraf ve yirmi iki yıl kadar birikmiş pişmanlık duygusuydu.

Sophia aslında her zaman ölçüp tartarak ve her ihtimali göze alarak yaşamadığını anlamışken çöktüğünü hissediyordu. Geçen yıllarını boşa harcadığı hissi peşini bırakmamakta ısrarcıydı. Kısacık insan ömründe ikinci devrimini yaşamıştı ve hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının farkına vararak kafasını gözyaşlarından ıslanmış yastığına tekrar koydu.

(Visited 37 times, 1 visits today)