Yıllar önceydi, kızım daha küçüktü okula yeni başlamıştı. Bir gün her zamanki gibi onu okuldan almıştım, elinden tutmuş eve yürüyorduk. Evde ekmek yoktu ben de yolun üzerindeki bakkala uğradım. Pelin’i de içeri sokmak istemediğim için dışarıda beklemesini söylemiştim. Dolaptan en taze olan ekmeği seçtim, ödedim ve geri çıktım ama Pelin orada değildi. Daha küçücük nereye gitmiş olabilir diye düşündüm. Ardından arkamdan çıktı. Meğerse benimle saklambaç oynuyormuş. Biraz daha yürüdük ve Pelin durdu. Çantasını açtı ve bana içerisinden yaklaşık 100-150 sayfalık küçük bir kitap verdi. “Bunu bana, sen ekmek alırken bir abi uzattı ve sana vermemi istedi ama bunu 65 yaşına gelene kadar açmayacağını da söyledi.” dedi. Şimdi aradan 30 sene geçti ben 65 yaşımdayım. O zamanlar Zeytin adında küçük, simsiyah, yeşil gözlü bir kedimiz vardı ama Pelin 3 yaşındayken kaçmıştı. Yani ben kaçtığını zannediyordum. Size bunun hikayesini anlatacağım.
Dün doğum günümdü oğlum, kızım, torunlarım bana gelmişlerdi. Önce kahvaltı ettik sonra pasta kestik ve gittiler. Ardından ben evi toparlarken bir not buldum. 30 sene öncesinden yazılma bir nottu bu fakat kim bırakmış olabilirdi. Kızıma sordum haberi bile yoktu, oğlumun da aynı şekilde. Zaten torunlarım daha okuma yazma bile bilmiyorlardı. O zaman bu not nereden gelmişti. Sonra aklıma Pelin’in bana o gün verdiği kitap geldi. Kitabı açtım ve okumaya başladım. “Uzun zamandır bulmaca çözmüyordun değil mi? Şimdi bulmaca çözmenin zamanı geldi.” diye başlıyordu kitap. “Gelmişim 65 yaşıma bu saatten sonra gözlerim de görmez, ayaklarım da ilerlemez bulmaca falan çözemem ben ama hadi hayırlısı.”. Yarım saat kesintisiz okudum 50. Sayfaya gelmiştim. 51. Sayfada bir resim vardı Zeytin’in resmiydi bu. Bu kitabı Pelin’e kimin verdiğini daha da merak etmeye başlamıştım. Bu fotoğrafı kimse bilmezdi. Sadece 1 kopyası vardı ve o da ahşap dolabımın üzerindeki hurçta duruyordu. Okumaya devam ettim. 65. Sayfa da doğum günü kutlu olsun yazıyordu. Kitabın 120. Sayfasına geldiğimde el yazısıyla yazılmış bir cep telefon numarası gördüm. Hemen ev telefonuna gittim ve numarayı çevirip arama tuşuna bastım. Telefon çalıyordu ve çaldıkça kalbim daha hızlı atıyordu. 5. Çalışında bir adam açtı. Sesi çok tanıdık geliyordu ama tam çıkaramıyordum. “Beni hatırladın mı?” dedi. “Tam çıkaramadım.” dedim. Ardından bana arka mahallenin adresini söyledi oraya gelmemi istiyordu. Üstüne üstelik oğlumu ve kızımı da getirmemi istiyordu. Artık bir dolandırıcı olduğuna çok emindim fakat içimdeki merakı sona erdiremiyorum. Aşağı indim arka mahalleye göz ucuyla baktım. O duruyordu, biraz yaşlanmıştı, bıyıkları uzamıştı ama simsiyah tüylerinin parlaklığı aynı eskisi gibiydi.
Zeytin’in ağzında bir not duruyordu. Notta “Merhaba, ben Zeytin’in eski veterineriyim. 30 sene önce Zeytin atlatılması için masrafı çok yüksek olan bir hastalığa yakalanmıştı. Hatalığın ilaçla geçmesi 25 sene sürüyordu. Tedavi edilemediği takdirde Zeytin’i kaybedecektiniz. Ben de Zeytin’i alıp yurt dışına götürdüm. Orada durumu çok iyi olan bir ailenin yanına verdim. 30 senedir orada hayata tutunuyor. Şu an durumu çok iyi. Biraz yaşlansa da onu bir kez daha görmek istersiniz diye düşündüm. İyi günler.” yazıyordu. Zeytin’i hemen aldım eve götürdüm ve yıkadım. Artık aynı eski günlerdeki gibi ailemizin tamamlanmış olmasının mutluluğunu yaşıyordum. Bu da böyle bir hikayemdi.