O gün yine sabahın erken saatlerinde kalkmıştım. 2 hafta evvel yaşadığım olayın etkisi hala üzerimdeydi. Bir saniye bile düşünmeden edemiyor, aklımdakileri zihnimin derinliklerinden çekip koparamıyordum. Geçmişle geleceğin birleşimi, siyahla beyazın ortaya çıkardığı boğuk gri ruhumu temsil ediyordu adeta. Yıllardır yaşamaya alıştığım hayatımın önceden aslında çok farklı olduğunu anımsadım. Hayat, koskocaman bir yalanlar havuzuydu ve ben boğulmamak için çırpınıyordum.
1987 yılında Bursa’da dünyaya geldim. Daha hayata gözlerimi yeni açmışken bile sıkıntılar yanımdaydı. Kalp rahatsızlığımdan ötürü doğar doğmaz bir sürü ameliyata girmek durumunda kalmıştım. 4 yaşıma kadar sık sık hastanelere gidiyor, her hafta tahliller veriyordum. Hayatımı tamamen değiştirecek günden habersizce büyüyordum.
Annemle babam çok gençken köyde tanışmışlardı. İkisi de lise sona gidiyorlardı ve imkansızlıklar içinde hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlardı. Köyün dışına neredeyse hiç çıkmamalarını nedeniyle annem ile babamın ailesi onları bir an önce evlendirmeye karar vermişti. Hal böyle olunca hemen hazırlıklara başlanmış, gerekli merasimler bir bir yerine getirilmişti. 18’inde tanışan çift, 19’unda evlenmişti. Babam, babadan kalma tarım işlerini üstleniyordu, annem ise liseyi yeni bitirmişti ve evin işlerine bakıyordu. Babam işi dolayısıyla sık sık köye gitmek durumunda kalıyor, kazandığı parayla ailemizi geçindirmeye çalışıyordu. O zamanlarda çektikleri maddi sorunlar ben doğunca iki katına katlanmıştı. Babamın kazandığı maaş benim ameliyat parama bile zor yetiyordu. Annem fırsat buldukça az bütçeli işlerde çalışıyor, eve destek oluyordu.
Yıllar yılları kovaladı. Yıllarla birlikte borç ve masraflarımız çığ gibi büyüdü. Boğazımızdan kuru ekmekten başka bir şey geçmiyor, açlıktan çoğu zaman hasta oluyorduk. Okul masraflarımı karşılamakta zorluk çekiyorduk ama derslerimde çok iyi olduğum için bir şekilde üstesinden gelmeye çalışıyorduk. O gün de her zamanki gibi sabahın erken saatlerinde kalkıp okula gitmiştim. Dışarıdan sıradan bir gün gibi gözükse de o gün benim yeni hayatımın ilk günüydü. Borçlar artık ailemin altından kalkamayacağı kadar bir meblağa ulaşmıştı. Açlıktan, imkansızlıktan neredeyse ölüm döşeğine gelmiştik. Hayat denilen şey herkes için bir sınavdı ancak bizim için ölüm kalım meselesi haline gelmişti. Elde ettiğim başarıları gören ailem, belli ki imkansızlıklar yüzünden eğitim hayatıma son vermemi istemiyor; sonuna kadar çalışıp, hak ettiğim mesleği edinmemi istiyorlardı. Bunların bu şartlar altında mümkün olmadığını biliyorlardı ve bu durumun önüne geçmek için kendilerince doğru bir karar almışlardı. Beni koruyucu bir aileye vereceklerdi. Akşam eve gelince bu fikirlerini benimle paylaştılar ancak ne düşündüğümü söyleyene kadar kendimi yeni evimde buldum.
Yeni ailem her şeyimle sonuna kadar ilgileniyor, beni sevip sayıyorlardı. Yılların geçmesiyle beraber ben de yeni evime ve aileme alışıyor, onları öz ailemden ayırmıyordum. Derslerime çok iyi çalışıyor, sınavlarımı bir bir geçiyordum. Bu sırada annem ve babam beni hiç aramıyor, halimi hatırımı sormuyorlardı. Çok küçük yaşta onlardan ayrılmamdan dolayı yüzlerini, seslerini zar zor anımsayabiliyordum. Çoğu gece aklımda kalan silik silüetlerini rüyamda görüyor, uzaktan gelen ve zorla seçebildiğim seslerini kulağımda duyuyordum. Bu beni çok üzüyor, kocaman dünyada kimsesiz hissediyordum. Annem ile babamın tanıştıkları yaşa girmiştim. Karakterimin tam olarak oturduğu bu zamanlarda düşündüğüm şeyler ve hissettiklerim şekil almıştı. Geleceğimi her şeyden daha çok düşünüyor, hayalini kurduğum hayatı yaşamak için gece gündüz demeden çalışıyordum. Yurt dışında okumayı hedefim bellemiştim ve bu yolda emin adımlarla ilerliyordum.
Verdiğim onca emek karşılığında yurt dışı hayallerime sonunda ulaşmıştım ve gideceğim üniversitenin ünlü hocalarının birinin evinde kalacaktım. Biletimi aldık ve hazırlıklarımızı tamamladık. Uzun ve yorucu bir yolculuğun ardından nihayet önümdeki 4 yılı geçireceğim eve girdim. Kapıyı siması çok tanıdık bir kadın açtı, gözlerinin içi gülüyordu. Kim olduğunu anımsayamadım ancak kadını daha önce gördüğümden emindim. Dar fakat sonu gelmeyen bir kolidordan geçtik ve salona ulaştık. Salondaki o tabloyu görünce her şeyi hatırladım. Evinde kalacağım kişi annemdi. Üvey annem ile böyle bir plan kurup bizi seneler sonra tekrar bir araya getirmişlerdi. Sevindim mi yoksa üzüldüm mü çok emin olamadım ancak yıllardır hissettiğim yalnızlık duygusu adeta bir kuş gibi süzülüp gitti ruhumdan. Anneme sarıldım ve yurt dışına nasıl geldiğini, bu mesleği nasıl edindiğini, benimle niçin hiç iletişim kurmadığını sordum. Beni koruyucu aileye bıraktıktan birkaç ay sonra babam vefat etmiş ve annem yeniden köye dönmüş. Ailesinin kenara koyduğu paralarla üniversite öğrenimini görmüş, o da benim gibi çok çalışmış. Yabancı dil kurslarına yazılmış ve girdiği sınavlarda çeşitli dereceler elde etmiş. İstediği yaşamı yurt dışında bulacağını düşündüğü ve her şeye sıfırdan başlamak istediği için yurt dışına yerleşmiş. Beni yıllardır bir kere bile aramamasının nedeni içini yiyip bitiren utanç ve suçluluk duygusuymuş. Beni koruyucu aileye verince çok üzülmüş ve pişman olmuş. Tüm bunları dinleyince aslında annemin ne kadar çaresiz ve yalnız olduğunu anladım. Yıllardır birbirimizi ilk kez görmenin verdiği mutlulukla ,içimdeki burukluğun geçmemesine rağmen ,sımsıkı sarmaladık birbirimizi uzunca bir süre ayrılamadık.