“Hadi çocuklar yerinize, ders başladı!”. Bu cümleyi kaçıncı söyleyişimdi bilmiyorum ama her söylediğimde bir kuruş kazansam şu an bir köy okulunda çalışıyor olmazdım. Bu, okuldan veya hayattan nefret ettiğim anlamına gelmiyor ama bu iş gerçekten çok yorucu. Her gün aynı çocukları aynı kelimelerle tekrar tekrar uyarmak yoruyor insanı. İlk ders resim dersiydi. Programa bakmanın da bir anlamı yoktu aslında, önümdeki 17 çocuğa bakarak aynı sonuca varabilirdim. Özellikle de en arka cam kenarında oturan Pırıl’ın gözlerinden.
Pırıl sınıfın en genç, en küçük ve en hassas öğrencisiydi. Konuşmakta, sosyalleşmekte ve birden fazla insan gerektiren her türlü projede zorlanıyordu. Kötü veya garip bir çocuk değildi, “farklı” gibi bir kelime kullanmak yanlış oldurdu. Sadece kişiliği ve yetenekleri sosyal ortamlara yönelik değildi. Pırıl’ın bir numaralı en büyük yeteneği ve sevdası resimdi.
Yetenektense gizli yetenek demek daha doğru olurdu. Resim derslerinde çok bir şey çizmiyordu. Dışarıdan sadece asosyal bir kız gibi duruyordu. Ama ben yıllarca Pırıl’a ders vermiş birisi olarak onun bu yeteneğini biliyordum. Pırıl dikkat çekmemek için resim çizmiyordu. Küçükken derste gerçekçi bir kedi çizdiğinde tüm çocuklar etrafına toplanıp “Beni de çiz, beni de çiz.” gibi isteklerle yağdırmışlar. O gün Pırıl resmin dikkat çekeceğini öğrenmiş ve okul içinde, özellikle de resim derslerinde çizmemeye başlamış. Bir akşam köyde gezerken onu bir sokak köşesinde resim çizerken yakaladığımda anlattı bana bunu. Kimseye söylemememi istedi, söylemedim de.
Bugünün resim konularını tahtaya yazdıktan sonra Pırıl’ın yanına gittim. Önceki hafta şehre kardeşimi ziyarete gittiğimde bulduğum broşürü cebimden çıkardım ve Pırıl’a uzattım.
“Bu nedir öğretmenim?”
“Bir resim yarışması, kazananlara hediye resim eşyaları veriliyormuş. Çok başarılı öğrencilere burs imkanları da varmış.”
“Peki bunu neden bana veriyorsunuz?”
“Bu yarışmaya katılmanı istiyorum.”
“Neden yarışmaya katılmamı istiyorsunuz?”
Bu soru karşısında bir an takıldım. Gerçek sebebim başarılı olmasını istemem ve olacağını bilmemdi. Ama ondan da öte, rahat köy hayatının ötesinde neler olduğunu görmesini ve kendi yeteneğinin sınırlarını keşfetmesini istiyordum. Bunu anlayabilecek bir zekaya sahipti ama bundan hoşlanacağını düşünmüyordum. O yüzden onu katılmaya ikna edecek bir bahane uydurdum:
“Bir sebebim yok. Katılmak isteyeceğini düşünmüştüm. Katılmak istemiyorsan sana kalmış.” dedim. Çocuğun vicdanıyla oynamak beni kötü hissettirmişti ama bir öğretmen olarak öğrencilerimi her zaman desteklemeliydim. Bu da benim destekleme yöntemimdi.
“Hayır, katılırım” dedi ve kağıdı çantasına attı.
Yarışmanın son katılma tarihine 2 hafta kalmıştı. Pırıl ile okuldan sonra çizeceği resim üzerine çalıştık. Ona yardım edebileceğim çok bir şey yoktu ama yanında olmamın onu mutlu ettiğini söylüyordu. Ben de bazı bildiğim tekniklerle ona yardımcı olmaya çalıştım. Aradan 4 gün geçti ve Pırıl resmini bitirdi. Güzel çizdiğini biliyordum ama bu tamamen başka bir seviyedeydi. Her detay, her nokta ayrı bir canlıydı sanki. Resmin kendisi hayattaydı. Şehirdeki zengin çocukların ne tür resimler çizdiklerimi bilmiyordum ama buna yaklaşacaklarını sanmıyordum. Pırıl yaklaşık 20 dakika boyunca resmine baktı. En sonunda bana bakıp, “Olmaz, tekrar çizeceğim.” dedi. Nedenini sorduğumdaysa resmin düşündüğü gibi olmadığını, çok kirli olduğunu söyledi. Tartışmadım, zamanımız vardı ve onun resmini ondan iyi bilen yoktu.
Ertesi gün Pırıl hastalandı ve bir hafta boyunca okula gelmedi, narin bir çocuktu sonuçta. Yarışmanın başlamasına 3 gün kalmıştı. Pırıl’ın yanına gittim:
“Tekrar çizmek için 2 günün var, benim resmi şehre götürmem de lazım. Tekrar çizecek zamanın olduğuna emin misin?”
“Tekrar çizeceğim, yeterli zaman var.” dedi. Verdiği sözü de tuttu. 2 gün boyunca saatlerce çalıştı ve ikinci resmini bitirdi. Bu sefer resme 30 dakika kadar bir süre boyunca baktı. İçimden kızın tekrar resme kirli dememesini umuyordum. Sonunda bana döndü, “Çok temiz.” dedi. İçim bir rahatladı anlatamam. Resmi ertesi gün yarışma merkezine götürüp teslim ettim.
Aradan bir ay geçti, hiç haber gelmedi. Pırıl yarışmayı unutmuş gibiydi, sanki hiç olmamış gibi hayatına devam ediyordu. En sonunda yarışmadan tam 5 hafta sonra Pırıl yanıma geldi.
“Yarışma sonuçları geldi.”
“Nasıl sonuçların?”
“Birinci olmuşum, şehirde yatılı bir resim okuluna burs kazanmışım.”
“O okula gitmeyi düşünüyor musun?”
“Evet, bu yıldan sonra oraya taşınacağım. Ailem de size teşekkür etmemi söyledi.”
“Tebrikler, bu dönem bitene kadar evinin tadını sonuna kadar çıkar.” dedim. Pırıl hoplaya zıplaya yanımdan ayrıldı. Gözlerimde hafif bir soğukluk hissettim. Oracıktan sevinçten haykırmamak için zor tuttum kendimi. O yıl diğer tüm geçen yıllardan farklı geçmedi. Karne günü geldi ve geçti. Okuldan çıkarken Pırıl yanıma geldi.
“Öğretmenim, size yardımlarınız için teşekkür ediyorum. Ben gidiyorum.”
“Kendine iyi bak, mükemmel bir ressam olarak geri dönmezsen bozuşuruz.” dedim ve Pırıl son bir defa bu okuldan ayrıldı. Bir arkadaşımı kaybetmiş gibi hissettim ama bu kayıp güzel bir kayıptı. Umut dolu bir kayıptı.
Aradan yaklaşık 5 yıl geçti, evimde oturmuş çay içiyordum. Huzurlu bir öğlendi, öğrencilerimi mezun edeli 2 hafta olmuştu. Seneye yine 5. sınıf öğrencilerine ders verecektim. Benim için normal bir olaydı. 4 yıl ders veriyor, çocuklarımı lise hayatına yolluyordum. Bunları düşünürken evimin kapısı çaldı. Kalktım, kapıma “Kim o?” diye seslendim. Cevap almadan açtım, küçücük bir köydeydim sonuçta. Ama karşımdaki alışık olduğum bir yüz değildi.
“Merhaba öğretmenim, sizi ziyarete geldim.”
“Pardon, sizi tanıyor muyum?”
“Benim hocam, Pırıl.”
Bunu duyunca beynim bir kısa devre yaptı, ne yapacağımı bilemedim. Pırıl’ı içeri davet ettim ve bir bardak çay ısmarladım. Saatlerce sohbet ettik. O bana okul hayatını anlattı, ben de ona öğrencilerimi. Pırıl sınıfının birincisi olarak mezun olmuş, kendi güzel sanatlar kursunu açmıştı. Benim gibi, gençlere yardım etmek ve onların geleceklerini açmak istediğini, bu yüzden de resim öğretmeni olduğunu söyledi. Bir yandan da kendi çalışmalarını sürdürüyordu. Hava kararınca Pırıl ile vedalaştık, o da ailesinin evine gitti.
Biraz oturdum, gökyüzünü izledim. İlk öğretmen olmaya karar verdiğim zamanları ve öğrettiğim yüzlerce öğrenciyi düşündüm. Kendi çocukluğumu, beni öğretmen olmaya esinlendiren hocalarımı düşündüm. Onlar da böyle hissetmiş olmalılardı. Gökyüzündeki yıldızlar birbirinden güzel parlıyorlardı. Ama bu yıldızların en parlağının adı Pırıl’dı.