Her anımız yeni bir anı, anılarımız yani yeni tecrübeler, edindiğimiz tecrübelerimizden etkilenen benliğimiz ise yeni bizler. Çoğu tecrübemiz şimdiki aklım olsaydı öyle yapmazdım diyebileceğimiz şekildeler, peki öyle yapmasaydık yine de şimdiki aklımıza sahip olabilir miydik? Yüreğimize sorduğumuzda, her sabah baktığımız aynadaki biz gerçekten biz miyiz? Mutlu olmak her zaman sadece bizim hissettiklerimizden mi kaynaklanıyor? Galiba mutlu olmanın iki yolu yok: Ya kendin olmalısın ya da mutsuz da olsan yaşadığın toplumun tabuları arasında onların istediği kişi olmalısın.
İzlediğim filmde bir replik vardı ”Ne zaman her şeyin en iyisine layık olacağız? Şu an ben müsaitim mesela.” Bizim müsait olduğumuz anlarda hayatın da müsait olmasını beklememek çok bencilce değil mi? En güvendiğimiz yerde sakladığımız o eski fotoğraf mesela şimdiki bize o an çok müsaitmişiz gibi gelse de geçmişteki biz için belki de fazlasıyla karışıktı. Her zaman umut ediyoruz, inanmak istiyoruz sağır birinin kapısı sonsuza kadar çalınsa ne fark eder diye sorulan bir insan hiç, belki gezmeye çıkar diyorsa umut onun için gerçekten vazgeçilmezdir.
Uzun uzun aynaya baktı ve ‘sen kimsin’ diye sordu kendine aynadan cevap alacağını düşünmeden. Gergindi. Arkadaşlarını, komşularını, çalışanlarını kısacası çevresindeki insanları çok iyi tanıyordu. Kendi benliğini de tanımak istiyordu. En sevdiği film neydi mesela? En son ne zaman film izlediğini düşündü… Hatırlayamadı. En sevdiği şarkılar hangisiydi? Bir tane bile aklına gelmedi ki şarkıları söylesin. Müzik ruhun gıdasıydı ve onun benliği kendine açtı.
Yeniden yaşamak istiyordu. İş arkadaşlarını tanımak değil de en sevdiği filmi aralarından seçebilecek kadar çok film izlemek istiyordu. Komşularının günaydınlarından önce kendi çalma listesini yapıp oradan karışık çalacak bir şarkıyı spontane bir şekilde duymuşçasına mutlu olmak istiyordu. Sanki oynatma listesinde 100 şarkı yokmuş ve aralarından en sevdiği denk gelmiş gibi değil de uzun araba yolculuğunda hiç bilmediği bir şehirden geçerken cızırtılar arasından sonunda duyduğu o melodiyle seçtiği frekansta anılarını nakaratında barındıran o şarkı çalmış gibi…
İmkansızı istemiyordu aslında sadece yorulmuştu, yalnız kalmıştı. Kendisinden uzaktı, en baştan tanışmak istiyordu. İnsanlara baktığımda hakkında bildiği her şeyin yanlış olduğunu hissediyordu, onun gözlerine bakınca o hep sığındı bakışlarında tanımak istiyordu kendini. Daha fazla şaşırtılmak istemiyordu sürprizlerin sahibi olmasının zamanı gelmişti. Vera mesela şaşırmayı hak eden bir kadındı bir gün polisler kapısına geldiğindeki hüzün çok kısa bir süre de olsa mutlulukla perdelenmişti. ” Sana bir sorum var Nazım.
Yanıtlamayacağını biliyorum, ama gene de soracağım. O sabah kimliğini istediler benden. Henüz seni götürmemişlerdi. Hayatımda ilk defa, ceketinin cebine elimi soktum. Cüzdanından kimliğini çıkarttım.
Bir de fotoğrafım çıktı cüzdanından.1957 yılında birbirimize resimlerimizi vermiştik anımsıyor musun ?
Sen kendininkinin arkasına kurnazca ” Vera kızıma ” diye yazmış ve ok saplanmış bir kalp resmi çizmiştin. Ben sana arkasına bir şey yazmadan vermiştim fotoğrafımı. O sabah, öylesine çevirdiğimde, arkasına yazdığın dizeleri gördüm. Senin küçücük harflerinle yazılmıştı. İşte şimdi bunu öğrenmek istiyorum Nâzım.
Bu şiiri ne zaman yazdığını…
Hayatın planladıklarımızdan değil de beklemediğimiz anda bizleri şaşırtarak hüzünlerimizi mutlulukların arkasına perdelediği günlere…