Yıldızlar Misali Sonluyuz

     Günlerden cumaydı. Bugünün de diğer günlerden pek bir farkı yoktu. Aynı monotonluk, aynı dersler ve her zamanki gibi etrafta kol gezen virüsten korunma ihtiyacı vardı. Dünyanın ortak bir problemi olan virüs maalesef ki ülkemize de aylar öncesinden bulaşmıştı. Resmî bir sokağa çıkma yasağı olmasa bile önlemimizi önceden almak için ailecek karantinadaydık. Bu yıl başımıza daha ne gelebilir dedikçe felaketler gelip bizi buluyordu.

     Annem ve babam aylık rutin ev alışverişimizi yapmak için markete gitmişlerdi. Annemler gelene kadar kız kardeşimin tüm sorumluluğu bendeydi. Bu gibi zamanlarda ablalık içgüdüsüyle kardeşimin yanından bir dakika bile ayrılmaz, gözüm hep üstünde olurdu. O karşı masamda kendi ödevini yaparken ben de koltukta blog yazıyordum. Su almak için ayağa kalktığım zaman yer zangır zangır titremeye başladı ve dengemi kaybetmemek için masaya tutundum. Daha kardeşimin yanına gidemeden o hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı bile. Deprem daha da şiddetlenmeye devam ediyordu ve benim acilen kardeşimin elini tutup ne yapmamız gerektiğini düşünmem gerekiyordu. Kriz anlarında soğukkanlı birisi olduğum için deprem sırasında ne yapmam gerektiğini bir bir uygulamaya başladım. Bu eve taşındığımızda her odayı hayat üçgeni bulunduracak şekilde dekore etmiştik. Fakat daha güvenli kalabilmek için pencere kenarından uzak ve olası bir çökmede çabuk kurtarılabilmek için dışarıya yakın bir oda seçmem gerekiyordu. Annem ve babamın odası bu kriterlere en uygun olanıydı ve çabucak büyük bir battaniyeyi dolaptan çıkardıktan sonra hayat üçgenine kardeşimle birlikte sığındık. Kardeşim kucağımda usulca titrerken ortamdaki ölümcül sükutu birlikte koruyorduk. Elimdeki battaniyeyi etrafımıza sardım ve içimden dualar etmeye başladım. Başımıza ilk defa bu kadar kuvvetli ve yıkıcı bir deprem geliyordu. Bu yüzden ekstra bir gerginlik, korku sarmıştı içimi ve kalbim ağzımda atıyordu. Bütün bunlar yaşanırken en son hatırladığım şey kardeşimin bütün kemiklerini bedenimde hissettiğim sarılmamız ve binanın olağan gücüyle yıkılarak adeta bir canavar edasıyla bizi içine çekmesiydi.

     Kendime yavaş yavaş gelmeye başladığımda ilk hissettiğim bacağımdaki inanılmaz ağırlıktı. Etraftaki toz bulutu yüzünden gözümü zar zor açtım ve gördüğüm ilk şey sonsuz bir karanlıktı. Kardeşimle hala birbirimize sarılı haldeydik ve onu çevirip baktığımda çok şükür ki hala hayattaydı. Herhangi bir yarası var mı diye baktığımda ise benden çok daha iyi durumdaydı ve hatta saçına toz bile değmemişti. İçimden bir yük kalktı ve  rahatlayarak bir oh çektim. Artık sırada sağ salim bulunmak vardı. Kulağımdaki çınlama geçtikten sonra birtakım bağırtılar işittim fakat ne kardeşimin ne de benim sesimizi yükseltmeye mecalimiz yoktu. Tek çaremiz biraz dinlendikten sonra sesimizi duyurmaya çalışmaktı ya da eğer şanslıysak erken bulunurduk ve bunların hiçbirine gerek kalmazdı.

     Aklımdan annem ve babamı çıkaramıyordum. Ya onlara marketteyken bir şey olduysa, içim içimi yiyordu. Acaba şu an güvende miydiler? Güvendeler ise bizim için çok endişelenmiş olmalıdırlar. Veyahutta dışarda bizi bulabilmek için seferber mi olmuşlardır? Aklımda nice çok soru vardı.

      Dakikaları saymayı bırakalı çok olmuştu. Kaç saattir enkaz altında olduğumuzu artık kestiremiyordum. Saatler geçtikçe acıkmaya, susamaya başlamıştık ve artık soğuktan bacağımı hissetmiyordum. En son duyduğum şey bunlardı.

     Yakınlarımızdan gelen sesle birlikte uyanmıştık. Sese bakılırsa dibimizden geçiyorlardı. İşte o zaman içimden bir güç doğdu ve avazım çıktığı kadar bağırdım. Sırtımdan enkaz çıkartıldıktan sonra bir mucize oldu. Bir el usulca omzuma dokundu…

     

     

     

     

(Visited 33 times, 1 visits today)