Yılbaşı

O gün yılbaşıydı. İnsanların kutlama ayağına toplanıp komalık miktarda içki içtikleri, saçma sapan bir geri sayım yapıp havai fişek patlattıkları ve sevilmeyen aile fertlerinin davet edilmediği bir kutlama. Aslında sadece güneşin etrafında tamamladığımız bir yolculuğu kutluyoruz hâlbuki. Neden bu kadar abartılıyor ki? Yok efendim yeni yıl yeni umutlar demek, yok efendim 777 aldım kabul ettim, hepsi palavra. Hiç inanmadım, inanmayacağım da.
Kutlama için yakın arkadaşlarım ve babamla buluştuk. Evet, babam da geldi. Her neyse, buluştuktan sonra yakındaki bir alışveriş merkezine yürüdük. Uzun süredir beklediğimiz bir film çıkmıştı, ona giderek yılbaşının ilk aktivitesini yürürlülüğe koyacaktık. Bilet gişesine gittik ve gişedeki kadın bütün biletlerin satıldığını söyledi. Bu duruma doğal olarak üzüldük tabii, ama bu çok uzun sürmedi. Babamın yakın bir arkadaşı o sinemada çalışıyormuş. Biz de filmi bir saat sonrasında bize kapatılmış bir salonda izledik. Film baya güzeldi açıkçası. Alışveriş merkezinden çıktıktan sonra yakın bir markete girip bolca atıştırmalık aldık. Esnaf abi bizi kazıklayıp bize bakarak tip tip gülümserken oradan çıktık ve yakınımızda olan parkın yolunu tuttuk. O parkta atıştırmalık yiyip bolca soda içmek kadar hayatı yaşatan bir şey yoktur.
Mekâna girip bir banka çömdükten sonra biraz şarkı açtık ve sohbet etmeye başladık. Saatlerce dertleştik, eğlendik ve sanırım ilk defa birlikte bu kadar kaliteli zaman geçirdik. Birkaç saat sonra geri sayım zamanı geldi çattı. 10’dan geriye saymaya başladık. Yeni yıla saniyeler kalmıştı. Tam o anda arkadaşım Ali’nin telefonu çaldı. Telefonu cevaplamasıyla yüzündeki gülümseme bir anda yok oldu. Teni buz kesmişti. Arkadaşım bağıra bağıra ağlamaya başladı, caddeye koştu ve gözden kayboldu. Yılbaşına korkunç bir şekilde girmiştik. Ne olup bittiğini anlayamamıştık. Ne ben, ne diğer arkadaşlarım ne de babam. Oracıkta sessizce oturduk. Saat gece 1 de babamın telefonu çaldı. Babamın da yüzü buz kesti. Suratından hiçbir şey anlaşılmıyordu. O da masadan kalktı ve yavaşça aramızdan ayrıldı. Saat gece 2 sularında ise benim telefonum çaldı. Telefonu tedirgince açtım ve yavaşça kulağıma götürdüm. Birisi fısıltıyla bana bir şey söylemeye çalışıyordu. “Baban, arkadaşın. Sıra sende. Baban, arkadaşın. Sıra sende. Baban, arkadaşın. Sıra sende.” Aynı şeyi tekrarlıyordu. Daha sonra uzakta bir figür dikkatimi çekti. Elinde bir telefon vardı. Bana el sallıyor ve ağzı hareket ediyordu. Ben de telefonu kapadım ve hızlıca oradan uzaklaştım. O gün beni resmen lanetledi. Babam hiç eskisi gibi olmadı. Korkunç kâbuslar ve rahatsız edici aramalar hiç bitmedi. Ne kadar görmezden gelmeye çalışsam da asla görmezden gelinebilecek halde değiller. Hele yakın zamanda görmeye başladığım ve sanrı olmadığını düşündüğüm o figürler. Her dışarı çıkışımda bir ağacın arkasında beni dikizleyen bir gölge, ya da ben uyurken camıma tıklayan, tırnaklarını sürten öcümsü varlık. Ya da gece geç saatte burnuma gelen iğrenç pasla karışık çürük et kokusu.

(Visited 31 times, 1 visits today)