Her sabah olduğu gibi sabahın erken saatlerinde garson olarak çalıştığı kıraathaneye gidiyordu Ahmet. Ortaokuldayken ailesinin maddi sıkıntılarından dolayı mektebi bırakmak zorunda kalan Ahmet, 17 yaşındaydı ve 13 yaşından beri bu kıraathanede çalışıyordu. Her gün, kıraathaneye tavla, okey oynamaya veya çay içip sohbet etmeye gelen gelen köy ahalisine Ahmet, kendini sevdirmeyi başarmıştı, köy ahalisi Ahmet’i kendi çocukları gibi görüyordu. Köylülerin arasında Ahmet’i en çok seven ise köyün ağası olan Mahmut Ağa’ydı.
Ahmet her zamanki gibi kıraathanenin iki sokak ötesindeki Arnavut kaldırımlı yola geldiğinde, o ana kadar gayet normal geçen günü bir anda tersine döndü. Çünkü, yolun kendine göre sağ tarafında, üstünde Ahmet yazan yaklaşık bir defter büyüklüğünde olan ilginç bir mektup gözüne ilişti. 4 senedir geçtiği yolda ilk defa böyle bir şey görmüştü. Mektubun yanına yaklaştı, gözleriyle biraz süzdü. Kendi kendine “Acaba içinde tehlikeli bir şey olabilir mi?” diye düşündü. Fakat, birkaç dakika boyunca mektup ile bakıştıktan sonra merakı ağır bastı ve mektubu açtı. Ancak, mektupta beklediği kadar ilginç bir şey yazmıyordu. Çalıştığı kıraathanenin sahibi olan Ali Bey’den gelmişti mektup ve mektupta “Ahmet kıraathaneye gitme çok acil bir durum var. ….. adresine gel hemen çok acil sana ihtiyacım var.” yazıyordu. Ahmet de mektubu okur okumaz hemen adrese doğru yola koyuldu. Yoldayken Ali Bey’in iletişim şeklinin ne kadar garip olduğunu düşünmekten kendini alı koyamıyordu. Evine normal bir şekilde mektup yollayabilirdi ya da kıraathanenin kapısına bir yazı bırakabilirdi. Yoksa kıraaathaneye gitmesini istemiyor muydu, kıraathaneye bir şey mi olmuştu?
Bu düşünceler arasında kaybolmuşken bir anda adrese vardığını fark etti. Çok şaşırmıştı çünkü yıkılmaya yüz tutmuş bu ev, altındaki onlarca teker sayesinde ayakta duruyordu.
İlk önce eve girip girmeme konusunda kararsız kalmıştı. Ancak girmek zorundaydı çünkü ona bu emri veren onun patronuydu. Evin kapısını açtı ve bir anda boynunda hissettiği bir darbe ile her taraf zifiri karanlığa büründü.
Gözleri açıldı, etrafına göz gezdirmeye başladı, olduğu yerin neresi olduğunu çıkarmaya çalıştı. Tam ayağa kalkacaktı ki bütün vücudunun bir sandalyeye bağlı olduğunu fark etti. Neler olduğunu anlayamamıştı. Ve, birden sağ çaprazında patronu Ali’ Bey’in de sandalyeye bağlı olduğunu fark etti. Ardından, sol çaprazında daha önce hiç görmediğine emin olduğu 3 tane iri yarı, uzun boylu, pala bıyıklı adamın onu seyrettiğini gördü. Ahmet, adamlara kim olduklarını ve niçin patronunu ve kendisi bağladığını sordu. Adamlardan birisi de dertlerinin onlar olmadığını Mahmut Ağa olduğunu çünkü Mahmut Ağa’nın kendisinin yalanını ortaya çıkararak kalabalık bir ortamda onu rezil ettiğini söyledi. Ahmet onlardan ne istediğini sorunca da adamın cevabı Mahmut Ağa’nın şu hayatta en sevdiği iki kişi onlar olduğundan onları şantaj olarak kullanacağını söyledi. “Ne istiyorsun Mahmut Ağa’dan? Ben istediğin her şeyi karşılarım.” dedi Ahmet. Adam da “Senin karşılayamayacağın boyutta bir şey, bütün servetini istiyorum dedi.”
Bu sözü söyler söylemez bir mucize oldu ve bir anda adamların durduğu taraftaki evin dengesini sağlayan tekerleklerin düşmesiyle, evin o kısmı yıkıldı ve adamlar enkazın altında kaldı. Tam o anda bir el usulca omzuna dokundu, o el Mahmut Ağa’nın eliydi.