Sabah uyandığında kıyafetlerini giydi ve mutfağa su içmeye gitti. Su içmek istedi ama bu çok zordu onun için. Suyu bardağa döktüğü anda her tarafa balonlar halinde saçılıyordu. Nefret ediyordu yer çekiminin olmamasından Deren. Ne doğru düzgün su içebiliyorlardı, ne de rahat rahat yemek yiyebiliyorlardı. Sokağa adım attığı andan itibaren şehrin her yerine inşa edilmiş raylara bağlanan iplere tutunarak gidiyordu okuluna.
Kulağa çok absürt geldiğinin farkındayım ama beş ay önce bir Pazar günü gerçekleşmişti her şey. Hayat normal akışında giderken bir gece, herkes uyurken dünyanın çekirdeğinde gerçekleşen patlamalardan dolayı yer çekimi azalmaya başlamıştı. Bir süre insanlar Ay’a çıkan astronotlar gibi zıplaya zıplaya yürürken artık yer çekimi tamamıyla yok olmuştu. Küçükken kitaplarda okuyup çizgi filmlerini izlediğimizde “Olmaz böyle şey, imkansız!” dediğimiz olay gerçekleşmişti. İnsanlar da inanamamıştı ilk duyduklarında ama her şey ortadaydı işte, yer çekimi yoktu! Bilim adamları gece gündüz yer çekimini nasıl geri getireceklerini araştırıyordu ama insanların şimdilik böyle yaşamaya alışmaları gerekiyordu. Deren okula vardığında bitap düşmüştü. Hiç kimsenin umudu olmasa da, Deren yer çekiminin geri getirileceğine inanıyordu. Böyle yaşamak gerçekten de çok zordu.
Ders programlarına yeni bir ders de eklenmişti bu sırada: Yer Çekimi Bilimi. Bu derste yer çekiminin ne olduğundan bahsedilip öğrencilerden yer çekiminin nasıl geri geleceği hakkında fikirleri alınıyordu. Şu ana kadar sınıflarında en iyi fikirleri veren hep Deren olmuştu. Öğretmenler en iyi fikirleri toplayıp bakanlıklara gönderiyorlardı.
Bir gün Deren dersteyken sınıflarına takım elbiseli iki adam gelip “Deren Yılmaz bu sınıfta mı?” diye sordular. Evet cevabını alınca onu yanlarına çağırdılar. Bu adamlar bilim insanlarıydı ve Derenin fikirleri için gelmişlerdi. “Sen o dahice fikirleri bulan kızsın değil mi?” dediler. Deren kafasını salladı, çok heyecanlanmıştı. Ne yapacaklardı onun fikirlerini? Adamlar hemen onu bilim merkezine götürdüler ve fikirlerini bir bilim insanına anlattırdılar. Kadın çok şaşırmıştı bu kadar mantıklı bir fikri on beş yaşındaki bir kızın düşünmesine. Onun bu fikri bütün dünyanın kurtuluşu olabilirdi. Hemen çalışmalara başlandı.
Tam bir ay sonra herkes bir sabah uyandığında ayakları yere basıyordu. İnsanlar sevinç çığlıkları atıyordu, ne güzel şeydi yere basmak. Haber kanallarında Deren’in ismi yazıyordu kocaman harflerle: “Deren Yılmaz, küçük kahraman!”. Sonraki gün okula girdiğinde bütün okul onu çığlıklarla alkışlıyordu. Okulunun önünde onlarca gazeteci toplanmıştı, hepsi Deren ile röportaj yapmak için can atıyorlardı. Deren’in bir gazeteciye söylediği şey ise şuydu: “Benim başaramayacağım şey yoktur.”