Yeniden Yaşamak

Anne ve babasının ölümü üzerine iki yıl kadar bitkisel hayat misali bir yaşam sürdükten  sonra kardeşinin varlığıyla hayata yeniden gözlerini açan bir sinema yıldızıyım. Evet doğru duydunuz, dünyaca ünlü bir sinema yıldızı.

Eskiden, her fotoğrafta gördüğünüz gibi anne, baba ve iki çocuktan oluşan mutlu bir aile tablomuz vardı. Çevremizdeki insanların çoğundan daha güzel bir hayatımız olduğunu herkesten duyardım. Küçüktüm işte, bilmiyordum. Sanki hayat hep böyle yüzümüze gülecekmiş gibi gelirdi, sanki bu mutluluk hiçbir zaman bitmeyecekmiş gibi… Ama artık hayatın sırrını çözdüm, ne kadar mutluysan o kadar üzüleceksin demektir.

Annemin doğum günü gelmişti. Günlerdir planladığımız her şeyi hazırlamış, annemizin gelmesini bekliyorduk. Daha önce hiç bu kadar büyük çaplı bir sürpriz hazırlamadığımız için herkes normalin on katı daha heyecanlıydı, özellikle kardeşim ve ben. Babama görev olarak annemi buraya getirmeyi vermiştik. Her geçen saniye hızlanan kalp atışlarımızın sesi duyulur hale gelmişti. Bekledik, bekledik ve bekledik. Çoktan gelmiş olmaları gerekiyordu. En sonunda dayanamadım ve babamı aradım. Telefonu açmadığını telaşlı bir şekilde kardeşime söylediğimde, araba kullandığı için açamamıştır gibi yatıştırıcı bir cevap aldım. Yine de içime bir kurt düşmüştü. Bu kadar sürede gelememeleri fazlasıyla anormal bir durumdu. Bir anda kalbime bıçak saplanırcasına bir acı hissettim. İleri seviyede terlemeye başlamam ve nefes alışımın hızlanması kardeşimin dikkatini çekmiş olacak ki beni hemen oturttu ve sakin olmamı söyledi. Birkaç kere daha telefon ettik ama sonuç yine aynıydı. Kardeşim olumlu düşünmeye çalışıyor, her seferinde “Polyannacılık” felsefesinde yeni bir bahane uyduruyordu. Ama artık bu bahanelere ne o inanıyor ne de beni inandırabiliyordu. Karakola haber verme zamanı gelmişti. Kan ağlayarak polisi aradıktan yarım saat sonra hayatımı bu kadar değiştirebileceğine asla inanmak istemediğim o acı cümleyi duydum: Annem ve babam trafik kazasında hayatlarını kaybettiler. Sonrasını ne siz sorun ne ben söyleyeyim.

Söylediğim gibi, uzun bir süre kendime gelemedim, hayatın bir amacı olduğuna dair olan inancımı kaybetmiştim. Herhangi bir rotası olmadan kendini öylece rüzgara bırakıp sürüklenen ve nereye gittiğini bilmeyen bir sonbahar yaprağı gibiydim. Tabii bu süreçte oynadığım filmlerin setine gitmemiş, gelen projelere yanıt vermemiş, mezarlığa gitmek haricinde bir kere bile dışarı çıkmamıştım. Kendi başına yaşamaya henüz alışık olmayan bir bebektim o sıralar, yetişkin bir bebek…

O dönemlerden aklımda kalan en küçük bir an bile yok. Tek hatırladığım yemek yememi sağlayan ve sürekli karşımda yabancı bir dille konuşarak onu anlamamı bekleyen bir şahsiyet olduğuydu. Kardeşimden bahsediyorum tabii ki. Elbette ki iki yıllık bir süreçte o şahsiyetin kardeşim olduğunu anlayamamıştım. Ama zaman bu, her şeye çare. 25 yaşında yeniden doğdum, hayatın her şeye rağmen devam ettiğini öğrendim. Kardeşim olduğunu anladığım bu şahsiyet öğretti.

Hayata yeniden döndüğümde emeklemeden ayağa kalkmamı yine kardeşim sayesinde başardım. Artık hayatta ikinci bir amacım vardı: kardeşim için yaşamak. O her zaman benden daha güçlüydü ve her zaman ayakları yere basardı. Eminim ilk başlarda o da yıkılmıştı ama benden önce ayağa kalktığı kesindi. Onun sayesinde yeniden bir amacım olmuştu, yeniden bir umudum… Önce dışarı çıkıp kalabalığın arasına karıştım, sonra yeni arkadaşlar edindim ve son olarak da hakkımda çıkan haberlere aldırış etmeden gelen projelere yanıt vermeye başladım. Her şey eskisi gibiydi artık; bir ailem, bir işim ve bir çevrem vardı. Kardeşimle sırt sırta verip her şeyi başarmıştık. Artık hiçbir şey bizi yere düşüremez ve birbirimizden ayıramazdı.

Derken hayat bana ikinci büyük darbeyi vurdu. Kardeşim ortadan kayboldu. Haftalarca aramalarıma cevap vermedi ve polis de hakkında en ufak bir ize bile rastlamadı. Ciddi anlamda psikolojik destek alıyor ve çok ağır ilaçlarla ayakta durmaya çalışıyordum. Ama bunların hiçbiri içimdeki ölme isteğini gidermedi. Evet, gerçekten ölmek istiyordum. Bu kadar acı katlanılacak gibi değildi. Hatta çektiğimiz filmin galasının ardından –dünyadaki son işimin yarım kalmasını istemiyordum- eve kendimi kilitleyip ölmeyi bekleyecektim.

Gala günü geldi çattı. Kardeşimin arkasında bıraktığı kıyafetlerinden en sevdiğim olan lacivert smokinini giydim. Son kez, tanıdığım insanları görmek için dışarı çıktım ve evin önünde bekleyen limuzine bindim. Gala yerine varır varmaz flaşlar patladı. Yüzlerce habercinin sorularını yanıtsız bırakarak içeri girdim. Herkes heyecanla beni bekliyordu, bense heyecanla burayı terk etmeyi. Önce küçük bir kokteylle oyuncu arkadaşlarımla sohbet ettim. Ardından film gösterimi yapıldı. Ve gecenin sonunda, konuşma yapma vakti geldi. Bütün basının önünde, etrafımda onlarca güvenlikle kürsüye geldim. Anlamsızca gözlerim dolmuştu ama belli etmeden konuşmaya girdim. İnsanlarla yaptığım son konuşmaya… Dudaklarımdan dökülen her sözcük sonrasında birkaç saniye duraksıyor, yutkunuyor, nefes alıyor ve yeniden devam ediyordum. Zorla yaptığım bu konuşma çok uzun sürdü. Konuşmamı bitirdiğimde gerçekten gözlerimden yaşlar akıyordu. İnsanlar bana anlam veremeyen gözlerle bakıyor, fotoğraflarımı çekiyorlardı. Derken bir anda bir ses duydum: Güvenlikler! Herkes sesin geldiği yere döndü.

-İçeride davetsiz misafir var ve çıkmıyor!

Etrafımdaki bütün güvenlikler koşarak yanımda ayrıldı, öylece ortada kalakaldım. O sırada bedenimi baştan aşağı buz kestirecek bir ses duydum. Önce anlamlandıramadım fakat güvenliklerin arasında çırpınarak bu tarafa doğru koşmaya çalışan kardeşimi gördüm. Beynim olanları almıyor, kalbim yerinden fırlayacakmış gibi çarpıyor, gözlerimden sel gibi yaşlar boşanıyordu. “Bırakın gelsin!” diye bağırdım. Ve saniyeler sonra…Yeniden… Kardeşimin yanındaydım. İkimiz de hiçbir şey söylemiyorduk ama ben davetsiz misafirin gözlerinden her şeyi anlıyordum. Asıl şimdi gerçekten yaşamaya başlamıştım.

(Visited 136 times, 1 visits today)