Koşuyorum… Dur durak bilmeden… Ayaklarımın altı acırken ve ciğerlerime her nefeste dolan havanın verdiği özgürlükle… Bir umut, bir mutluluk, bir kıpırtı var içimde. Her adımımla yüzümü sertçe okşayan rüzgar kulaklarımı uğuldatırken iyice hızlanıyorum. Etrafımdaki görüntüler silikleşiyor, bulanıklaşıyor, öylece geçip gitmeye başlıyor. İçimden bağırmak geliyor gökyüzüne özgürlüğümü. Herkes duysun istiyorum, ben koşabiliyorum.
Sonra nedense bir anda yavaşlıyor bacaklarım. Kendilerini bırakmalarıyla yere düşüyorum. Ne hareket ettirebiliyorum bacaklarımı ne de onları görebiliyorum. Artık fark ediyorum ki onları hissedemiyorum. Sırtım yeni sulanmış çimlerin ıslaklığıyla üşüyor fakat onlardan uzaklaşmak da mümkün görünmüyor. Sadece yere uzanıyorum boylu boyunca. Kendi isteğimle olsa keyif bile alabilirim bu durumdan ama tek hissettiğim korku bu saatten sonra. Bir daha koşamamaktan, gezememekten, dahası bu yerden hiç kalkamamaktan korkuyorum. Debelenmeye bir son veriyorum bu sırada. Artık kontrol edemediğim bacaklarımı oynatmaya çalışmak beni yoruyor, canımı sıkıyor. Vazgeçiyorum.
Gözlerimi gökyüzüne dikiyorum. Bulutlara çoktandır baktığımı fark ediyorum. Şimdi onları görmeye odaklanıyorum. Birini bir tavşana benzetiyorum. Zıplayışları, hızları, her şeyden ürküp bir anda kaçışları geliyor aklıma. Ve koşuşları… Bir başka buluta kayıyor gözlerim. Bu seferki bir karınca gibi geliyor bana. Küçük ayaklarını, ve onlarla taşıdıkları onlarca yükü hayal ediyorum. Çalışkan, ufak, kararlı adımlarını…
Bir sonraki bulutu görüyorum. Görmemle görmemiş olmayı diliyorum. Gözlerimi sımsıkı yumuyorum, yumruklarımı sıkıyorum. Göğüs kafesim öyle sıkışıyor ki yüreğim bir kuş gibi çırpınmaya başlıyor. Gözlerimi tekrar açtığımda son bulutu buğulu bir camın arkasından görebiliyorum ancak. Buğulu bir gözyaşı camının arkasından. Kirpiklerimin bu son ana kadar tuttuğu cam kristalinin yanağıma düşerek aşağı süzülmesiyle görüşüm tekrar netlik kazanıyor. Koşan bir kız çocuğuna benzeyen buluta bakıyorum. Küçüklüğümü hatırlıyorum. Hayallerimi… Bir gezgin olma hayallerimi. Dünya’nın en ücra köşelerine ulaşma hayallerimi. Görmek arzusuyla düşlediğim büyülü mağaraları, saklı şelaleleri; içine dalmak istediğim denizleri, okyanusları; içinde ne tarihi olaylar, entrikalar barındıran sırlarla saklı o dini yapıları, sarayları, köşkleri ve taştan evleri… Ve beni bunları yapabileceğime inandıran, beni taşıyan, istediğim her yere götüren güçlü bacaklarımı. Gözlerimi tekrar yumuyorum ve derin bir nefes veriyorum.
Aldığım derin bir nefesle, gözlerimi açıyorum. Odamdayım. Yumuşak ve sıcak yatağımda uzanıyorum, ıslak bir çimenlikte değil. Gözlerimi renksiz bir tavana dikiyorum, masmavi bir gökyüzü ve bulutlara değil. Bir kabustan uyanmış gibi hissediyorum ve artık özgür hissetmem gerekiyor. Fakat derin bir esaret çukurundan başka bir şeyde değilim. Renkli ve dolgun yorganımı elimde uzunca bir süre tutuyorum ve göreceklerime hazırlıklı ani bir şekilde kenara çekiyorum. Bir hiç… Bacaklarım yerinde yoklar. Yıllar önce bir kazada kaybettiğim bacaklarım… Koşmamı, yürümemi sağlayan bacaklarım. Aslında kaybedene kadar pek de dikkat etmediğim, önem vermediğim bacaklarım. Yorganım yana katlanmış yatakta öylece oturuyorum ve olmayana bakıyorum. Ve o an anlıyorum… Değerini bilmediğimiz her an, bizi başka bir hayat yaşamaya mahkum ediyor. Ve ben bu başka hayatın da değerini bilmeyi yavaş yavaş öğreniyorum.