Yeniden Filizlenen Hayatlar

Güven, sadakat, nerede olursanız olun nereye giderseniz gidin mutlaka arkanızı kollayacağını bildiğiniz birinin olma hissi… Düştüğünde seni yerden kaldırmak için uzatılan bir elin varlığını hissetmek hayattaki en yegane duygudur bana göre. Sevgi diyeceksiniz belki ama değil aslında. Sanki içten içe büyüyen bir bağlılık gibi…

On sekiz yaşındaydım ben. İdadi yıllarımın sonlarındaydım. Hiç unutmuyorum, yine bir haftasonu çok sevdiğim hatta neredeyse fanı olduğum grubun konseri için bilet almıştık ikizimle. Günleri, haftaları saydım heyecanla. İkimizde dört gözle bekliyorduk. Öyle böyle geçti koca 14 gün. Kendimizce süslenip püslenip bindik taksiye. İşte tam o saatte benim için zaman hayat o takside durmuştu artık. Tam konser alanına varmıştık ikimiz de indik aşağı ama tabii ben her zamanki gibi bir şeyimi unutmayı başarmıştım. Çantam indiğim takside kalmıştı. Şansıma karşı caddede yolcu almak için durmuştu bende aceleyle geçtim karşıya aldım çantamı. Tekrar geri dönerken bir ise yolda bir anda karanlık bir dünyanın içinde buldum kendimi. Aydınlık yerde ise son olarak ikizimin bana korku ve biraz da acı içinde bakan gözlerini gördüm göz kapaklarım ağırlaşırken. O günden sonra hayatım tıpkı yeniden güncellenmiş gibiydi. Etrafımdaki bütün insanların mimikleri, tavırları, konuşmaları, duyguları… Hepsi güncellenmişti. Okuldaki insanlar, eski arkadaşlarım, annem, babam ve kardeşim de dahil olmak üzere hiç kimse olduğu değildi artık. Bana soracak olursanız, insanların bu akılalmaz değişimi tabii ki de hoşuma gitmemişti. Çünkü daha da yaklaştılar. Herkes daha da yakınlık kurmaya çalıştı ancak sadece bir kişi hariç. Herhalde az çok tahmin edebiliyorsunuzdur ki o bir tek kişi benim diğer yarım, Deniz. Bir şeye, bir kişiye ne kadar yakından bakarsanız o kadar göremezsiniz. Ancak ne kadar uzaktan bakarsanız o kadar rahat görürsünüz ortadaki gerçeği. Tıpkı ben o sabit koltukta otururken Deniz’in uzaktan içimi, hislerimi görebilmesi gibi. İleriyi ya da geçmişi düşünmediğim bir an bile yoktu o zamanlar. O tekerlekli sandalyeler insanın kendisine hediye olarak gönderilen küçük bir hapishane gibi. İnsana düşünmek için zaman veriyor. Peki neler düşündüm?

Aslında normalde göremediğimiz ama yalnızca belli zamanlarda sadece yokluğu hissedilince yapabilecek şeyleri düşündüm. Mesela, acaba sevdiklerimle geçirdiğim zamanlarda neler yapmıştım, bir daha tekrarlayabilecek miydim, kim bilir belki de gelecekte istediğim mesleği bile yapamayacaktım. Doktorlar, o zamanlarda benim için yürümemin neredeyse sadece yüzde beşlik ihtimali olduğunu söylemişlerdi. Zaman içinde herkesin yüzlerinde, göz bebeklerinde beliren ve saklamaya çalıştıkça daha da ortaya çıkan o acıma dolu bakışları ve mimikleri görebiliyordum. Her ne kadar belli etmemeye çalışsalar da çok rahat farkedebiliyordum. Ama onlara kızmıyorum tabii. Bir umudun olmayışı ve olsa bile peşinden koşup tutunamayacakları kadar küçük bir ihtimalin olması insanlarda elbette ki bu bakışları yaratıyordu. Buna yalnızca çevremdeki arkadaşlarım, öğretmenlerim değil, annem ve babamın yüzlerinde de bir süre sonra aynı hissiyatı görebiliyordum. Açıkçası ben bile umudumu kesmiştim yalan söyleyemem. Ancak dediğim gibi yalnızca, bir tek o. Sadece o kesmedi ümidini benden. Nasıl yapabildi, dayanabildi; herkes inanmayı bırakırken o nasıl ayakta kalabildi hiç bilmiyorum ama bir tek o kesmedi ümidini benden ve bana da öğretti. Tüm eksikliğime, tüm bu kusurlarıma rağmen zaman içerisinde her şeyi teker teker yeniden öğretti bana. Onun çabasıyla, inancıyla, bana verdiği yaşam enerjisiyle tekrar hayata döndüm ben. Yarı döneme geldiğimde en iyi dostum kitaplarımdı. Üniversite sınavında istediğim hukuk bölümünü kazanabilmek için gece gündüz demeden o sandalyenin üzerinde harıl harıl ders çalıştım. Bir süre sonra artık amaçlarım, hedeflerim, hayallerim için çalışmaya başladım ve kendi kendimi şuna inandırmayı başardım: Her ne olursa olsun ne kadar eksiğim, kusurum olursa olsun, etrafımda ne kadar acı dolu bakışlar görürsem göreyim, her şartta ve koşulda en azından kendim için bir şeyler yapacaktım. En azından hayallerim, ideallerim için mücadele etmeyi öğrenecektim. Ve o gün geldi çattı sonunda. Mutluydum. Sabah sınava giderken ikizimle girdiğim için, bunca süre boyunca çalışmamı uygulayabileceğim için mutluydum.

Ağustos ayıydı sanırım. Evde Deniz’le beraber sınav sonucumuzu öğrenmek için biraz heyecan biraz da endişeyle sonuçların yazdığı o ekranın bilgisayarımıza düşmesini bekliyorduk derken bir anda ekran açıldı ve ben görür görmez ağlamaya başladım. Çünkü kazandım. İstediğim bölümü istediğim üniversiteden okuyabilecektim artık. Ama ağlamamın asıl nedeni bunca yaşadıklarıma rağmen çabamın sonucunun olumlu bitmesi ve aynı şekilde benimle birlikte yaşayan, benimle aynı duyguları paylaşan, yeri geldiğinde beraber gülüp beraber ağladığımız ikizimin de istediği bölümü kazanabilmesiydi.

Ve tam 10 yıl geçti. Ben okulumu bitirmiş ve artık davadan davaya koşan bir avukat olmuştum. Üniversite yılımın ilk senesinde artık bacaklarımı hissetmeye başlamıştım ve benim için tarif edilemez duygulardı. Hayatta her şeyin değerinin anlaşılması için belli şeylerin yaşanması gerekir ne yazık ki. Ben de bu sürecimde o koltuğa sabit kalmanın verdiği olgunlukla artık hayatımdaki en mükemmel şeyin farketmeden yaşadığım anıları , yanımdaki insanların bana verdiği güven duygusunu ve beni olduğum gibi mükemmel olarak kabullenmeleri olduğunu anladım. Örneğin şu an ise o kırmızı yakalı uzun cübbeyi ayaklarımı yere basarak giyebiliyor olmanın bana vermiş olduğu küçük ama değerli mutluluğunu yaşıyorum ve bunu sadece ikizime borçluyum. Hemingway’in de dediği gibi ” Hayattaki en güzel şey, tüm kusurlarınızı bilmesine rağmen sizin hala muhteşem olduğunuzu düşünen birisinin olmasıdır.”

(Visited 50 times, 1 visits today)