Ne kadar zavallı bir çocuk. Yaşlılar beni gördüklerinde hep böyle söylerlerdi. Çok fazla arkadaşım yoktu. Annem ve babam yoktu. Yetimhane bakıcılarını gururlandırmaya çalışan cılız, iyi bir çocuktum sadece. Beni makineler gibi izliyorlar, insan değil de oyuncak bebekmişim gibi davranıyorlardı. Belki de bana en kötü anların bizi tanımlamadığını öğreten şey buydu. Bu bizi canavar ya da onarılamaz hale getirmezdi. Ama onlar bunu anlayacak kadar bilinçli değildi yetimhanedekiler.
12 Nisan, 2013, Cuma günü.
Yetimhanedeki tek arkadaşım kız kardeşim, Scarlet’dı. Beni diğer çocuklar gibi oyunlarının dışarısında bırakmadı ama karşılığında o da dışarıda bırakıldı. Kendimi bu yüzden kötü hissediyorum. … “Vivi!” Scarlet, kızıl saçlı, 13 yaşındaki bir kız çocuğu. En yakın -ve tek- arkadaşım, aynı zamanda ikiz kardeşim. “Ah. Özür dilerim. Dalmışım.” Cevap verdim. Adım Violet olsa bile o bana kısaca “Vivi” diyordu. Sebebini ben bilmiyordum, ama sevimli bir isimdi. “Sorun yok, birlikte bulutlara bakalım mı?” Scarlet hevesle sordu. Hayır diyemedim, çünkü sıkılmıştım.
“Ne güzel zamanlardı, değil mi, Scarlet?” Scarlet’dan çok kendime mırıldandım. Dünya’yı neredeyse ikiye yaracak kadar tehlikeli, farklı ülkelerde birçok deprem sebebiyle Dünya’yı herkesin terk etmesi gerekmişti. Bizi hala dünyadaymış gibi hissettiren tek şey gerçekçi bir dijital deniz manzarasının duvara yansımasıydı. Her gece Scarlet oraya gider, ekranı seğrederdi. Bir gece, uyuyamadığım için onun yanına gittim.
“Selam.” Yanına oturdum. “Ah, Vivi. Beni ürküttün.” Bir an duraksadım. “..Afedersin.” Kafa salladı ve ekrana döndü. “Geceleri uyuyamadığımda buraya geliyorum. Gerçek olmasa da insanı rahatlatıyor.” Gülümsedim. “Bence de. Geceleri uyumak burada zor.” Bana döndü, sonra ekranı sağ üst köşesine elini uzattı. “Orada bir yanmayan piksel var. Görüntüyü bozuyor. Beni rahatsız ediyor.” Elini uzattığı yere baktım. Hiçbirşey göremedim. “Hm.. Hayır. Görmüyorum. Şimdi onu bulmak için kendimi delirteceğim… Ama bence görüntüyü bozmuyor da. Ya da belki ben sadece büyük resme bakmaya alışmışımdır. Bana huzur getiriyor, haha.” Bana döndü ve gülümsedi.
Birkaç gün sonra, bizim şansımıza, birisi kokpite girip gemimizi bir meteora çarptırdı. Acil durum sırasında, önceden programlanarak hasarlı yerleri kapatmak için kurulmuş acil durum köpükleri sayesinde en azından birkaç kişi hayatta kaldı. Ancak mahsur kalmıştık, yemeğimiz ve suyumuz yaklaşık olarak 4 ay sonra bitecekti.
Eğer yeniden doğabilseydim..
Kendimi, böyle umutsuz bir sonda bitmeyen bir hayatta isterdim. Çünkü Scarlet’a veda etmek, burada, bulunmayacağım bir yerde mahsur kalmaktan daha acı vericiydi.
Ama sonra, hiç beklemediğim bir şey oldu. Mentörüm, mürettebatın makine mühendisi, benim bulunmam için ardiye odasındaki dondurucu kapsüllerden birini düzeltmeyi başarmıştı. Yani, vücudumun bulunması için en az 30 yılım vardı. Benim şansıma.. 30 yıl sonra, bulunduk. Kurtulmuştum. Ben donmuş bir halde, uzayda süzülürken, yeni bir Dünya bulunmuş, ve oraya yerleşilmişti. Yeni Dünya’ya geldiğimde, huzur buldum. Artık geceleri gökyüzüne baktığımda, Scarlet’ın sesini duyabiliyordum. Arkamdan bana fısıldıyordu. “Gerçek gökyüzü. Güzel. Ve yanmayan piksellerden de artık kurtuldun. Senin için mutluyum.” Ona döndüğümde yok oluyordu. Ama orada olduğunu biliyordum.
Mutluyum.