Tahtadan yapılmış, devasa büyüklükte ve ilk bakıldığında ürkütücü gözüken bir eve yeni taşınmış ve de zorla getirilip yeni bir hayata zorla alıştırılmaya çalışılan, mutlu mu, mutsuz mu olacağını asla bilinmeyen bir hayatım vardı. Eski küçük ama huzur dolu evimizden asla ayrılmak istemiyordum. Eski evimiz küçük de olsa orada yaşadığım anıları hiçbir şeyle asla ama asla değişmezdim. Peki “asla ama asla” derken biraz erken ve ön yargılı mı konuşmuştum? Söylediğim bu sözden pişman mı duyacaktım, yoksa eski evimi özleyeceğime dair emin mi olacaktım?
Bir yanımızda çiçeklerle kaplanmış, renkli renkli bahçe süsleri ve her daim çok güzel kurabiye kokusu gelen bir ev vardı. Tahminime göre orada cıvıl cıvıl, neşeli bir aile yaşıyordu. Zaten düşündüğüm gibi olmuştu. Kırklı yaşlarda, sarışın, ev hanımı olan bir kadın, emekli eşi ve benimle yaşıt bir kızı vardı. Diğer yanımızdaki ev ise tam tersi, siyahlara bürünmüş, pencerelerinde kocaman demirlikler, herkesten ve her şeyden saklanmaya çalışan, resmen kendini belli etmemek için uğraşılmış bir ev vardı. O evde ise yine benimle yaşıt bir kız ve kızın upuzun, simsiyah saçlı annesi beraber yaşıyorlardı.
Bu bölgeye biraz alışmıştım. Tabii sadece evin içine, bahçesine ve bölgede nereye gideceğimi öğrendiğim için yollarına. Evimiz, eski evimiz gibi bize mutluluk vermiyordu. En azından benim için. Ailem renkli bahçesi olan komşularımızla çok iyi geçiniyorlardı. Arada sırada oraya kahvaltıya giderdik, bazen de sarı saçlı kadın bize kurabiye getirirdi. Kızıyla da çok iyi anlaşıyordum. En azından arkadaşım vardı. Fakat diğer yan komşumuzdan ses seda yoktu. Bir keresinde benimle yaşıt olan kızla karşılaşmıştım. Merhaba dahi demeden hemen oradan uzaklaşmıştı. Aslında onların bu sessizliğinden dolayı o sessiz kızla tanışıp arkadaş olmak istiyordum çünkü farklı bir kişiliğe sahip ve sanki bir şeyler saklıyor gibiydi. Aslında çok zaman geçse de en sonunda beraber arkadaş olmuştuk.
Başta asla gelmek istemediğim ve kendisinden nefret ettiğim ev yanımızdaki evlerde oturan arkadaşlarım sayesinde sevmiştim. Eski evimize “asla ama asla” hiçbir şeye değişmem diyen ben şimdi gitmek dahi istemiyordum. Arkadaşlarım benim bu evi sevmeme neden olmuştu. Aslında bu bölgede tek ve en iyi arkadaşlarım onlardı.
Birlikte en çok keyif alarak yaptığımız şey sabah çok erken saatlerde, güneş yeni yeni doğarken evlerimize yakın olan bir oyun parkında müzik dinlemekti. Müzik dinleyip sadece otururduk. Sıkıcı gibi gözükse de eğlenceliydi aslında. Zamanın nasıl geçtiğini anlamazdık. Zaten insanlar gelmeye başladığında da bütün keyfimiz bozulurdu. Bir gün tekrar erken saatte giderken sessiz ve farklı kişiliğe sahip olan arkadaşımın cebinden bir not düştü. Onlardan yavaş yürüdüğüm arkada kaldığım için düştüğünü görmüştüm. Notu hemen okumaya çalıştım. Yazan şey ise “Eğer ona bir şans daha veriyorsan kendini bir daha kandırıyorsun demektir”, yazıyordu. Yerde bulduğum bu notu alıp cebime koydum ve daha da arkada kalmamak için hızlıca oradan uzaklaştım. Bu ne demek oluyordu? Bizden bir şeyler sakladığını düşündüğümde haklı mıydım acaba? Ama çok sorgulamadım ve verdim. Zaten verirken de kızmasa da hızlıca çekip aldı.
Taşınmadan önce başta mutlu olmayacağımı düşündüğüm bu evde yeni arkadaşlarım sayesinde diğer evimi unutmasam da eskisi kadar da özlememeye başlamıştım. En azından mutluydum. Biri neşeli, biri de soğuk bakışlı olan yeni iki dostum olmuştu. O not olayından sonra en çok soğuk bakışlarının altında neler yattığı, bizden neler sakladığını merak etmiştim.