Saatlerdir yürüyordum. Ev sahibiyle kavga etmemizin ve beni evden çıkartmasının üstünden tam on gün geçmişti ve ben bu on gündür aralıksız ev arıyordum. Başıma güneş geçmişti, terlemiştim, gözlerim kararıyordu giderek. Bugün de ev bulamazsam… Ne yapacağım ben?
İlerde kocaman bir kiralık ilanı görmüştüm. Artık aşinaydım bu ilanlara; devasa harflerle dikkat çekmek için yazılmış kırmızı yazı, altında bir emlakçının fotoğrafı… Hiç umudum olmasa da adımlarım, bu ilanın asılmış olduğu duvarları dökülmüş, yosun tutmuş, sarı eve doğru çevrildi. “Burada kim yaşar ki?” diye geçirdim içimden. Evin kahverengi küçük kapısına vurdum, kapıyı yaşlıca bir kadın açtı; beyaz toplu saçları, burnun ucundaki minik gözlüğüyle çok tatlı olan bu kadın gülümseyerek “Ne için gelmiştiniz?” dedi. Eve bakmak istediğimi söylediğimde beni üst kattaki kırık dökük kapısı olan bir daireye götürdü. Şoka uğramıştım, burayı insan nasıl alırdı? Ahırdan hallice olan bu daireye giriş yaptığımızda, nemden kalkmış parkeleri ve rutubet kokusu karşıladı bizi. Bütün daireyi gezdikten sonra kadının söylediği kira o kadar yüksekti ki bu ev için. Ama benim tek çarem bu evdi, hem belki burada yaşamaya başlayınca severdim burayı. Evet, bu evde yaşayacaktım, en azından daha iyi bir seçeneğim olana kadar.
Bu evi gezmemin üzerinden bir hafta geçmişti, bu sürede ben de taşınmıştım buraya. Aslında çok da kötü bir ev değildi; konumun merkezde olmasıyla birlikte güney cepheydi yani soğuk olması gibi bir problemim yoktu. Kedim de sevmişti bu evi. Tek sorun, yan komşumdan gelen seslerdi. Gece üç veya sabah beş fark etmez, çocuk sesi mi dersin, köpek sesi mi, her ses var! Bir gece tek istediğim uyumakken, gelen çocuk sesleri yüzünden uyuyamamıştım. Artık canıma tak etmişti doğrusu. Sinirden başım ağrıyordu, komşunun kapısına gittim. Kapıya o kadar şiddetli vurmuştum ki, elim acıdı. Uzun süre sonra altı yedi yaşlarında bir çocuğu buldum karşımda. Ebeveynlerinin evde olup olmadığını sordum, arkasında orta yaşlı bir kadın belirdi. “Ne istiyorsun” dedi hiddetle. “Biraz daha sessiz olur musunuz, uyumaya çalışıyorum?” dedim kadına. Kadın bir şeyler homurdanarak kapıyı kapattı. Yarım saat sonra yine sesler gelmeye başladı. Sinir küpüne dönmüş bir halde kapılarına dayandım. Kapıyı açmadılar, bir daha çaldım. Sonunda kadın açtı kapıyı. Gitmezsen polis çağırırım dedi kadın. “Hanımefendi, gece ses çıkarmamak çok basit bir görgü kuralıdır, polis çağırırsanız ben de mutlu olurum aslında” dedim kadına. Kadın gözlerini devirdi ve kapıyı yüzüme kapattı. Neyse ki o gece sessiz geçti.
Sabahında işe hazırlanırken kedim küs olduğumuz komşumuzun kapısına doğru koştu ve gözden kayboldu. Kapı açıldı, içeriden tuhaf bir koku geliyordu. Kedimi aramak için içeri girdiğimde kadının yerdeki kanlar içindeki cesedini gördüm. Öylece kalakalmıştım, nasıl olmuştu? Hemen bağırdım, “Kimse var mı? Yardım edin!”. Cevap veren yoktu. Titreyen ellerimle 112’yi tuşladım. Hemen alt kata inip ev sahibine seslendim, ne yapacaktım? Kadının kapısını çaldım, halimi görünce hemen bir bardak su verdi. Kadına ne olduğunu söyledikten sonra, “İyi de, o daire 20 yıldır boş. Orada yaşayan kadın 20 yıl önce orda öldü ve bu olaydan beri kimse orada yaşamıyor. ”dedi. Nasıl olabilirdi bu… Delirmiş miydim? Başım dönüyordu iyi değildim. Yaşlı kadının yüzünde bir gülümseme oluştu, gözlerinde şimşekler yanıyordu. Hayır! O su… Bana verdiği su ilaçlıydı… Giderek başımın dönmesi arttı ve gözlerimi kapatmadan önce gördüğüm son şey kadınının elindeki bıçaktı.