Yeni Dünyanın Sessiz Çağrısı

Yeni gezegene ilk adımımı attığımda gökyüzünün olağanüstü renkleri beni büyüledi. Altın sarısı ile menekşe tonları ufukta dans eder gibiydi. Yerçekiminin hafifliği, her adımda sanki havada süzülüyormuşum gibi hissettiriyordu. Bitkiler devasa yapraklarla kaplıydı ve üzerlerindeki damlalar küçük yıldızlar gibi ışıldıyordu. Yerdeki taşlar gece olduğunda fosfor gibi parlıyor, her şeyi masalsı bir atmosfere bürüyordu. Gökyüzünde aynı anda beliren iki ayın ışığı altında yürümek, bana hem büyülü hem de gerçeküstü bir dünyanın kapılarını aralıyormuşum gibi geldi.

İlk başta bu yerin sessizliği bana huzur verdi. Ancak zaman geçtikçe bu derin sessizlik yalnızlık hissi uyandırmaya başladı. Alışık olduğum seslerin, insan hareketliliğinin yokluğu bana her an yabancı bir yerde olduğumu hatırlatıyordu. Yine de rüzgârın hafif esintisiyle taşınan melodik uğultu, sanki gezegenin bana “Hoş geldin” diyen nazik bir selamıydı. Burada kendimi hem bir kaşif hem de bir misafir gibi hissediyordum.

Bilinmezliğin verdiği heyecan içimi kıpır kıpır yaparken, Dünya’da bıraktığım hayatı da özlüyordum. İnsan alışkanlıklarından kolay kopamıyor; tanıdık yüzler, bilindik sesler bazen uzak bir rüya gibi aklıma geliyordu. Bu gezegen, yeni başlangıçlar için fırsatlarla dolu görünse de, kalbimin bir köşesi geçmişe bağlı kalmaya devam ediyordu. Belki burada kendime yeni bir hayat kurmak mümkün olacaktı, ama insanın ruhu her zaman ait olduğu yeri özlüyordu. Alışılmış ve bilinmeyen arasındaki bu köprüde yürürken, geleceğe umutla bakmakla geçmişe duyulan özlem arasında sıkışıp kalmış gibiydim.

 

(Visited 4 times, 1 visits today)