Her sabah olduğu gibi küçük kardeşimin adımı bağırmasıyla hayata lanet ederek uyandım. Onun sarı saçlarını okşayıp duş almak için lavaboya yol aldım. Annemin, bunu fark etmemesini umarak, kimsenin kullanmasına izin vermediği gül kokulu şampuanını kullanıp formamı giydim. Ancak saçlarımı örerken böyle yavaş hazırlanmaya devam edersem otobüse geç kalacağımı anlayabilmiştim.
Okula vardığımda ders başlamıştı bile. Hızlıca sınıfa girip yakın arkadaşım Sandy’nin yanına oturduğum anda, her zaman olduğu gibi, bana heyecanlı bir şekilde (ve kesinlikle gerektiğinden fazla kelimeler kullanarak) niçin geç kaldığımı soruyordu. Sakinleşmesini ve önemli bir şey olmadığını ona açıkladıktan sonra Sincap’ın, tarih öğretmenimize yüzünün şirinliğine dayanarak ona bu adı vermiştik, neden bugün bu kadar sakin olduğunu sordum. Nedenini onun da bilmediğini söyledi ve daha sonrasında pek konuşmadık. Okul çıkışında, bu akşam Clark’ın yapacağı büyük parti hakkında konuşuyorduk. Açıkçası ben kendimi bildim bileli ne süslenmeyi ne elbiseleri ne de kalabalık partileri seven biri oldum. Yani Cumartesi akşamımı aptal 16-yaşlı insanlarla geçirmektense Mark dayının anılarını dinlemeye yeğlerim. Sandy ile birlikte dondurma alıp akşam bizim evde rezil oyunculuk sergilenen Hint dizileri izlemeyi planlıyorduk. Fakat işler tam olarak o yönde ilerlemedi.
Okulun önüne doğru yürürken Sandy kedilerinin yaptığı aptal şeylerden birini anlatıyordu ve ben kahkaha atıyordum. Tam o sırada siyah bir limuzindeki adam beni kolumdan tutup bana onunla gelmem gerektiğini söyledi. Kolumu bir hışımla elinden çekip ona hayır dedim. Bir anda çok sinirlenmiştim. Bu öfkem annemin camdan bana doğru gülümsemesiyle azalmıştı. Anneme neden bir limuzinin içinde olduğunu ve neden binmem gerektiğini art arda soruyordum. Annem sakinleşmem gerektiğini söyledi, arabaya bilmemi söyleyince istemeyerek de olsa girdim. Çok hoş bir binanın önünde durduk. Ne yapacağımız hakkında en ufak bir fikrim yoktu. İçerisi eski dekorasyon doluydu fakat güzel gözüküyordu. Annem her şeyi hızlıca bitirmek istediğini söyledi ve bana doğru bakıp ‘Sen bir zaman yolcususun.’ dedi. Ağzım açıp bir halde ona bakıyordum. Tabii ki dediklerine inanmamıştım. Kim inanırdı ki? Annem doğum tarihimin yüzyılda bir kere yaşanan o güne geldiğinden bahsetti. Şu an bulunduğumuz binanın da bu zaman yolcuları için kurulan bir örgüte ait olduğundan bahsetti. Dediklerin hiçbir şekilde anlam veremiyordum. Bunu benden gizlediklerine inanamıyorum! Bana bunun neden daha önce söylemedi ve nasıl zamanda yolculuk yapabileceğim?
Benim hayatımı büyük bir oranda etkileyecek olan bu haberi öğrendiğim gün gerçekten de delirdiğimi ve hepsinin bir hayal olduğunu zannediyordum. Daha her şeyin başı ve öğrenmem gereken çok şey var.