Kadınlar, binlerce yıl boyunca hep ikinci sınıf varlıklar olarak görüldü. Erkek evrimin başlarından beri avlanan, yemek bulan ve koruyan taraf oldu kadınlar ise fiziksel olarak daha güçsüz olmaları sebebiyle tek başlarına hayatta kalabilme olasılıklarını arttırmak için yanlarında onları destekleyebilecek güçlü bir erkek figürüne ihtiyaç duydu. Zamanla erkeklere birden fazla eş sahibi olabilme, istediği kadını seçebilme ve bu kadınlara keyfince davranma özgürlüğü verilirken kadınlar evi çeviren, ev işleri ve çocuk bakımı ile meşgul olan taraf haline geldi. Kısacası, kadının sosyal statüsü ve yaşam amacı erkeğe boyun eğmek, doğurmak, güzel yemek yapabilmek haline geldi ve kadın geri planda bırakılmaya başladı.
Çok tanrılı dinsel inançlarda bile egemen tanrılar her zaman erkek olarak tasvir edildi. Zeus, Poseidon ve Hades gibi tanrılar ön planda tutulup kendilerine sınırsız güçler verilirken aslında her şeyin arkasında olan Athena, Afrodit ve Hera gibi kadın figürüne sahip olan tanrıçalara kısıtlanmış güçler verildi ve kendileri erkek tanrılar karşısında aciz bırakıldı. Çok gelişmiş olarak düşündüğümüz Antik Yunan ve Roma gibi uygarlıklarda bile kadının hakları çok kısıtlandı ve kadın hep geride bırakıldı.
Kadınlara okuma, seçme ve seçilme hakkı gibi birçok temel hak ve özgürlük verilmedi. Eğitim görmek isteyen kadınlar erkek kılığına girerek üniversitelere girebilmek gibi çözümlere bile başvurdu. Fikirlerini, düşüncelerini, iç dünyalarını yansıtmak isteyen kadın sanatçılar erkek isimleri kullanarak yazılarını, müziklerini, çizimlerini, eserlerini dünya ile paylaşmayı dahi denedi. Kadınların kendilerini geliştirmesi istenmedi ve engellendi, okuma ve yazma öğrenmelerine kadar birçok basit şeyler yasaklandı ve kendilerini geliştirebilmeyi başarmış olan kadınlar cadılıkla bile itham edilip canlı canlı yakılarak öldürüldü. Kadınlara sürekli olarak hayatlarında bir erkeğe ihtiyaçları olduğuna dair bir algı dayatıldı.
Zamanla birlikte kadınlar büyük mücadeleler ile eğitim hakkı kazandılar, büyük zorluklarla olsa da hak ettikleri bilim insanı, sanatçı gibi unvanlara kavuştular. Aile bütçesine yardımcı olabilmek için çalışma hayatına katılarak ekonomik özgürlüklerine kavuştular, çalışma hayatları boyunca önlerine atılan birçok engeli aşarak en üst pozisyonlara geldiler. Yıllarca mahrum tutuldukları spor aktivitelerinde en az erkekler kadar başarılı oldular ve bunların hepsini yaparken toplum tarafından kendilerine dayatılmış kadın figürünün görevlerini de ihmal etmeden yapmaya devam ettiler. Bir kadın yeri geldiğinde bir bilim insanı, yeri geldiğinde bir aşçı, yeri geldiğinde bir anne olabileceğini gösterdi.
Geçmişte yalnızca fiziksel üstünlüğü yüzünden erkeğe ihtiyacı olan kadının yaşam şartlarının değişmesiyle bu ihtiyaç tamamen ortadan kalktı. Kadın, eğitim ve ekonomik özgürlüğünü elde ederek zincirlerinden kurtuldu ve erkeğe ihtiyaç duymadan kendi ayakları üzerinde durabileceğini ispatladı. Kadının evlenmesi, bir erkek sayesinde hayatını sürdürmesi beklenirken kadın kendi bağımsızlığını kanıtladı. Belki de şu an toplumda ihtiyaç duyulan tek figür, her şeyi dengeleyebilen hem kariyerini sürdürüp hem ailesinin geçimini sağlayıp hem de ailesine bakabilen kadın haline geldi.