Şüphesiz çağlardır oynanan bir oyunun içinde, sahnedeyiz. Küçücük periyotlarda da olsa, azıcık rollerle de çıksak sahneye, bu büyük oyunun bir parçasıyız. Oyunun mu bizim içimizde olduğunu yoksa bizim mi rolünü oynayıp yerine oturması gereken figüranlar olduğunu kavrayabilmiş değilim esasında. Yine de tarih sahnesinde figüranlıktan fazlasını yapıp yazılmış kaderi bozmuş, senaryoyu değiştirmiş, milyonlarca insana hitap etmiş birçok insana bu anlamda hakkını vermek gerektiğine inanıyorum.
Doğduğumuz an sahneye itiverirler bizi. Aslında pek nerede olduğumuzu kavrayamayız; şaşkınca etrafımıza bakarız: Bu insanın ilk evresidir. İlk repliklerimiz agu bugudan, basit kelimelerden öteye gidemez; insanın en ağlamaklı evresidir bu, sonradan alışırız. Bu evrede, dünyanın neresinde nasıl bir aileye doğmuş olursanız olun; etrafınızda sizi çevreleyen melek kanatlarından, yaşamın çoğu ayrıntısını fark etmezsiniz. O günlerde, şimdi açıp okuyabileceğiniz zihin defterlerinize pek bir şey yazılmaz: O sahneler sizin için kayıt dışıdır.
Hatırlayabileceğiniz en eski anınızla başlar ikinci devir. Yaşamı ana hatlarıyla öğrenebileceğiniz anılarınız burada yazılır. İlk bilinçli arkadaşınızı bu evrede edinirsiniz, ilk kendinize ait kararı bu süreçte alırsınız, bu pırasa yiyip yememek dahi olsa. “Neden” sorusunu bu evrede sorarsınız, merak etmeye burada başlarsınız. Kişiliğinizin temelleri burada atılır, bu evrenin hayati önemi vardır çünkü bu evrede yaşadıklarınız aslında sizin ömrünüzün geri kalanını belirler. En azından Nietzsche’ye göre böyle.
Trajedi kısmı buradan sonra başlar oyunun. Dünyayı anlama çabalarınıza ilk yanıtı aldığınız an, üçüncü çağınızın miladıdır esasen. Bazı temel şeyleri sorgulamadan kabul etmeyi öğrenmek insanın en acı tecrübesidir, bu çağda en acı tecrübelerinizi tadarsınız. Sokakta üşüyen bir köpeği kabullenmeye, açlıktan insanların ölmesini kanıksamaya başlarsınız. Bilinçli pek çok eylemin altına imza atarız. Bu da insanın zihin defterlerini kendi kalemiyle yazdığı dönemdir. Ancak hâlâ kontrolümüz altında, özgürce ve kendi kararlarımızın neticeleri ışığında yazılmaz roller. Sağduyu ile ilk kez hareket eder, yaşamayı veya nasıl yaşayacağımızı öğreniriz.
İnsanın gençlik çağı dördüncü evresidir muhtemelen. Sahneden etrafını çevreleyenlerin gideceğini gerçek anlamda öğrenir bu evrede. Ufukların ötesinde olan gerçeklik ilk defa birkaç adım uzakta gözükür. Bu korkutur oyuncuyu, endişelendirir, öfkelendirir. Hataları ilk defa göz ardı edilmez insanın, gerçek anlamda cezasını çeker bütün yanlışları için. Bu gençlikte ne düşündüğümüzdür. Sahnedeki yerimizi yadırgadığımız, başkasının rollerine imrendiğimiz evre budur. Kendimizi burada tanımadan değiştirmeyi deneriz. İmrenilen olmak, beğenilen olmak, toplumun gittiği yöne doğru giderken toplumu eleştirmektir bu evrenin en kısa özeti. Repliklerimizi zihnimizdekilere göre değil de başkalarının zihinlerindeki yansımalara göre değiştirmeye çalışarak geçer.
Işıklar sönüp tekrar yandığında artık beşinci sahne başlamıştır. Artık sahnede yapayalnız duran, nereye gideceğini, benliğini kaybetmiş bir oyuncu olur insan. Yapılacak iki şey vardır: benliğini bulup özüne dönmek veya akıntının içine düşen bir yağmur tanesi gibi ömrünün sonuna dek sürüklenmek. Akıntıya karşı yüzenler bir yolunu bulup kıyıya çıkarlar eh nihayetinde. Onlar hayatın bu onurlu mücadelesinin kazananları olur. Yalnızlık ürkütücü de olsa, milyonlarca insanla aynı yolda debelenmekten daha iyidir. Bu çağda insan artık nereden geldiğini merak etmeye, nereye gideceğini bulmaya çalışır. Senaryoyu başka bir insana mı emanet etmesi gerektiğini, yoksa kendi kaleminin bütün mucizeleri ve felaketleriyle en iyisi olup olmadığını bulmaya çalışır. İnsan, uzun bir aradan sonra yine gerçek sorular sormaya başlar bu evrede. Artık kaygılar had safhadadır ama insan işte, bulur bir yolunu baş etmenin.
Artık sahneyi, oyuncuları, rolünüzü, senaryoyu benimsediğinizi fark ettiğinizde yeni bir döneme adım atmış olursunuz. Ne sürünün içinde debelenenler, ne yalnız başına mücadele edenler değişime sebep olacak bir adım atarlar. Herkes benimser, kendisine biçileni. Benimsemese de uyum sağlamanın bir hal çaresini bulur. Sahneden ayrılmanın tiz korkusu sarar insanı. Artık yeterince görmüş geçirmiş oyuncular, rollerinin günümüzdeki ve gelecekteki konforundan ötesini pek düşünmez olurlar. Etrafını sardıkları yeni oyuncular olur bu evrede. Artık kendilerini pek de düşünmezler. Bundan sonrası tecrübelere gebe değildir, yaşanmışları aktarmak için yazılır.
Son sahne açıldığında herkes tetikte bekler. İnsan bu evreyi ölüm gününü beklerken yaşar. Korku sarar insanın içini, yerine vefa başlar şimdi de. Bütün sahneler çekilmiş, bütün yazılacaklar yazılmıştır. Bu evrede fiziksel anlamda insan tutunacak dal, yaslanacak bir yer arar. Tıpkı ilk evredeki gibi insan bilinci artık kendisinden bağımsızdır. Bu evrede yaşananlar pek yer etmez insanın beyninde, geçmişin avuntusuyla hayata tutunur oyuncular.
Yedinci evrenin sonunda ışıklar bir daha yanmamak üzere söner. Oyunda yaptığınız değişikliklerle, hayatına dokunduğunuz insanlarla hatırlanmak üzere ayrılırsınız sahneden. Bütün verdiğiniz mücadeleler, baş ettiğiniz zorluklar, güldüğünüz şakalar, ağladığınız olaylar anlamını kaybeder, geriye sadece insanların zihnindeki hayaletiniz kalır.