Takvime göre ekim ayında yani sonbahardaydım. O zamanlar hava o kadar soğuktu ki kışı düşünemiyordum bile. Evde ısıtıcıları sonuna kadar açmış okulda da kaloriferlerin başından ayrılmıyordum. Sabahları erkenden kalkıyor, hazırlanıyor ve okula gidiyordum. Edebiyat fakültesinde tüm gün boyunca derslere katılıp beynimi gerekli gereksiz bir sürü bilgiyle dolduruyordum. En büyük hayalim güzel eserleri olan tanınmış bir yazar olmaktı. O zamanlarsa sadece soğuktan ve içinde bulunduğum monotonluktan sıkılmış halde yazabilmeyi bekliyordum. Ne kadar denesem de yapamıyor bir türlü ilham bulamıyordum.
Haftalar sonra fakültemde bir yazı yarışmasına katıldım ve tabii ki o halimle ödül almak bir yana dursun sıralamada sonlardaydım. Daha sonra da çözümü hocama danışmakta bulmuştum. Sular seller gibi yazarken şimdi aklıma neden hiçbir şey gelmiyordu? O, durumumu iki kelimede açıkladı: “Yazar tıkanıklığı”.
İşte o gün bir şeyleri değiştirmem gerektiğini anlamıştım. Hani başlamak bitirmenin yarısıdır derlerdi ya benim durumumda anlamak çözmenin yarısıydı. Artık sorunumu biliyordum. Yazar tıkanıklığını araştırmış bu kavramı anlamıştım. Harekete geçmeliydim. Ben de o gün bir şeyleri değil her şeyi değiştirmeye karar verdim. Eğer bu kadar kısa sürede tekrar yazabileceğimi bilseydim değişime çok daha erken başlardım. Çünkü çözüm gerçekten de çok basitti.
Hayatıma giren farklılıkların biri de fakülteden eve döndüğüm yoldu. Her gün değiştiriyordum. Bir gün hiç cesaret edemem dediğim bir şey yapmıştım, eve dönerken yan yola sapıp önüme çıkan ormanın derinliklerine doğru ilerlemeye karar vermiştim. Ormanın serin havası, bana biraz da olsa ferahlama hissi veriyordu. Ağaçların arasında yürürken, gözlerim birden yere düşen bir yaprağa takıldı. Yaprak sonbaharla birlikte sararmış ve kurumuştu. Onu elime alıp dikkatlice incelemiştim sanki o küçücük bitki parçası bir işaretti. İçimden bir ses yakında tekrar yazabileceğimi söylemişti.
Bir süre daha yürüdükten sonra, ormanın derinliklerinde eski bir ağaç kütüğünün üzerine oturup dinlenmeye karar vermiştim. Artık evime dönmekten daha büyük bir amacım vardı ve o da dökülen yaprakları ve ormanı çözmekti. Orada, doğanın sessizliği içinde düşünmeye başlamıştım. Yazmak için bir şeyler bulmayı umuyordum bu yüzden de defterimle kalemimi çıkarmıştım. Sararmış yapraklar bana hikayelerini anlatmak istiyor gibilerdi. Onlara bakarken düşünmeye başlamıştım. Hayatın zorlukları karşısında pes etmemek gerektiğini, her karanlığın ardında bir umut ışığı olduğunu hatırlatmıştı bana o kuru ama bir o kadar da canlı olan yapraklar. Uzun zaman sonra bu kadar iyi düşünebiliyor, kurgulayabiliyordum. O an, tekrar yazabilmeye başlamıştım; hissettiğim her şeyi, gördüğüm her detayı kelimelere dökmeye karar vermiştim.
Günler geçtikçe yazmaya daha çok zaman ayırdım. Her sabah fakülteye gidiyor, hevesle derslerimi dinliyordum. Derslerimin yine çabuk geçmesini istesem de artık zaman kaybı gibi gelmiyordu, günlerimin de hiç monoton olduğunu düşünmüyordum. Çünkü eve dönüş yolumda ormana mutlaka uğruyor, yeni hikayeler oluşturuyor ve sararmış yaprakların altında gizli kalmış sırları keşfediyordum. Yazdığım hikayeler, sadece kendi hayatımdan değil; ormanın, dökülen yaprakların da öyküleriydi. Yazılarım hocalarım ve arkadaşlarım da dahil okuttuğum herkesi etkilemişti. Herkes cümlelerimde kendinden bir şeyler bulduğunu söylüyordu. Onlara da zorlukların altında daima var olacak umut ışığını hatırlatıyordum. Bir yandan “yazar tıkanıklığımı” yenmenin bir yandan da insanlara ulaşmanın mutluluğunu yaşıyordum. Yalnızlıktan ve monotonluktan kurtulabilmiştim. Dışardaki soğuk bile beni rahatsız edemiyordu çünkü tekrardan kalemimle sayfalar arasında kaybolabiliyordum.
Sonunda, yazdığım hikayeleri bir kitap haline getirmeye karar verdim. Kitap, “Sararmış Yaprakların Öyküleri” adını taşıyacaktı. İlk cümlesi “Sararmış ve kuru yaprakları dinlemek hayatim aldığım en iyi kararmış.” olacak olan bu eser, sadece yaprakların değil hayatın zorluklarıyla yüzleşen herkesin hikayesi olacaktı. Yazar tıkanıklığı beni bir daha asla bulamayacak ve bu kitap benim için bir başlangıç olacaktı. Artık kendime kelimelerimle, umutlarımla, hayallerimle dolu bir dünya oluşturmuştum.