Ankara, Ankara’m… Gri bulutlar, sararmış yapraklar, mutsuz kediler ve ketum suratlı insanlarıyla bütünleşmiş güzel şehrim. Bakmayın güzel dediğime, pek de bir numarası yoktur özünde. Seversin ama neden sevdiğini bilmezsin, yalnızca uzaktayken hoş gelir gözüne. Denize çıkarmışçasına hissettiren yokuşları seni küçük, sıkışık apartmanlarla dolu kasvetli bir sokağa sürüklediğinde anlarsın bu şehrin ne kadar boğucu olduğunu. İçini bitmek bilmeyen bir sıkıntı ile doldurur, mecburi ciddiyetini üzerine atar ve kendi birdenbire o sıkıcı rutinin içinde bulursun. Yaşlı ve hastalıklı bir adamdır adeta Ankara: Bakmak seni kasvetlendirse de bakmak zorundasındır işte, ve zamanla seni kendine bağlar. Yetmezmiş gibi havası da kötüdür. Islak ve soğuk…
Yine de güzeldir Ankara. Binlerce insan ilk kez bu şehirde aşık olmuştur mesela, ilk kez Kuğulu’da tutmuştur sevdiğinin elini. Kızılay’dan Tunalı’ya yürürken sayısız şarkı çalmıştır yine sayısız insanın kulağında ve binlerce göz yaşı dökülmüştür AŞTİ Otogarı’nda. Milyonların ilklerine ve sonlarına ev sahipliği yapmıştır bu şehir. Çok yavaş hissettirir fakat herkesin acelesi vardır. Bütün bu telaşın neden olduğunu anlamak da zordur keza Ankara’da ne yapılacak pek bir şey ne de görülecek pek bir yer vardır. Buz gibi bir sabah, yoğun iş ile geçen bir öğlen, mesai bitimi ve kapanış… İşte bundan ibarettir tipik bir günü. Saat sekizden sonra gözlerini kapar Ankara. Gözlerini kapar, uyurmuş gibi yapar fakat aslında alakası bile yoktur uyumakla. Tunalı’da ara sokaklarda, Bahçeli’nin geniş caddelerinde ve daha nicelerinde gözleri sonuna kadar açıktır Ankara’nın. Tüm o griliğine, sakin melodisine rağmen göz alan ışıklarla ve iç titretecek kadar yüksek sesleri de taşır Ankara. Buna rağmen bir ağırlığı vardır. Anlatacağı çok şey vardır dinleyenine. Olgun, otoriter bir sestir bu. Ne söylediği değişir kişisine göre fakat akıl verdiği kesindir. Böylesine görmüş geçirmiş bir şehirden başka ne beklenir ki? Bana sakin olmamı söyler bu şehir genelde. En yoğun yağmur sonrasında bile güneş açtığında, dökülen yaprakları yüzünden yapayalnız kalmış ağaçlar tekrar çiçeklendiğinde ve en kalın kar dahi yerden kalktığında anlarım bunu. Sakin ol, her şey geçici diye fısıldar kulağıma. Bu an, gün, dönem… Hepsi geçici. Bir baba şefkatiyle söyler bunları bana yaşlı Ankara. Herhangi başka bir şehirden daha güven verir onun sözleri nedense. Güvenli ve güvenilir… Tam da bir başkentten beklendiği gibi. Çok haksızlığa uğramış başkentim, yaşlı. Ankara’m… Kopmak istemediğim kötü bir alışkanlık gibi bırakmaz yakamı hiç, bırakmasın da zaten. Denizi yoktur ama en güzel mavileri bir çift göze sığdırmış bir adam vardır içinde. Ağdalı bir dil de kullanmaz mesela yerlileri, samimiyet hakimdir. Eksiği çoktur Ankara’nın ama her hissi yaşatır insana.
Dinlemek istediğinizde fark edeceksiniz size neler dediğini. Şehrin gürültüsü içinden size fısıldayan o sesi duyduğunuzda anlayacaksınız Ankarayı ve ancak o zaman göreceksiniz bu şehirin neden insanı kendine bağladığını. İşte o gün, şehir sizi yutmayacak. Siz şehrin ta kendisi olacaksınız.