Yaşı yaklaşık olarak 4,54 milyar olan bu yaşlı Dünya insanoğluna çok eski çağlardan beri ev sahipliği yapmaktadır. İnsanlar ihtiyaçları doğrultusunda yaşadıkları bu gezegende her buldukları icatlarla, gelişmelerle bu yaşlanmış dünyaya yeni temeller atmış ve geliştirmeye devam etmişlerdir. Bu sayede dünyamız büyük bir değişime ,özellikle yaşadığımız bu dönemlerde, sanayinin ilerlemesine ve teknolojilerin artmasını sağlamıştır. Yaptığımız bu değişim maalesef tek yönlü olmamıştır. Kara parçalarından veya masmavi sulardan petrollerin çıkarılması, zehirli gazların salınımı ile birlikte dünyanın ısınması, çevre kirliliğinin artması ile birlikte yaşlı dünyanın hastalanmasına sebep olmuşuzdur. Gelişmelerimizle birlikte uzun süredir yaşadığımız bu cömert dünyadan yeni başlangıçlar için ayrılış biletlerimizi hazırlarken, ölümüne yok olması için dünyayı kendi haline bırakıyoruz. Ancak oluşturduğumuz sorunları çözmeden dünyaya arkamızda bırakmak, bir yardım eli uzatmadan kaçış olmaz mıydı?
Dünya’nın en uç bucaklarından derinliklerine her şeyini insanlar sahiplenmiş, araştırmış ve duruma bağlı olarak kullanım için düzenlemiştir. Geçmişten bugüne yaşadığımız bu gezegenin birçok bölgesi sırlar ile kaplı iken şu an okyanuslar dışında her bölgesinin gizemi artık normalimiz olmuş bulunmakta. Bu sebepten dolayı oyuncaklara maymun hevesiyle bağlanan çocuklar gibi dünyayı bırakıp, daha farklı gizemlere sahip olan uzayı kendimize ait kıldırmaya çalışıyoruz şimdi de. Haksız da sayılmayız gerçi. Bu küçük bir topa benzeyen gezegenden kat be kat daha büyük ne de olsa uzay. Bitmiş tükenmiş bir yerden ne bekleyebiliriz ki? Biz insanoğlunun tek evi olarak bildiği tek yer dünya olmakta ve sırtımızı tek ona yaslamış bulunmaktayız, ancak tarihi olayları ve var olan sorunları ile yaşam garantisi bulunduran ve kabullenebilecek bir yer de değil maalesef. Sebep olarak en rahatlıkla dinazorların bir meteroid tarafından yok olmasını ayrıca şu zamanlarda dünya sorunlarının başlarında olan ve gitgide daha kötü hal alan küresel ısınmayı örnek gösterebilirim. Uzaya koloniler kurarak belki de yaşam alanımızı güvenceye almış oluruz bir nevi. Yeni bir gezegende hayat ile yeni bir yaşam alanı ve yeni doğmuş bir Dünya oluşturmuş oluruz. Gelişme, güvence her şey garanti altında olmaz mı?
Peki, bu konuyu tekrar gözden geçirirsek dışarı tarafta kısacası uzayda biricik dünyamızın yerini doldurabilecek bir yaşam alanı bulunmakta mı? Güvenle yaşayıp kaynaklarını uzun vaadede kullanabileceğimiz bir gezegen var mı? Elimizde var olan tek bilgi Mars gezegeninde su bulunuğu ancak bu suyunda kullanılabilecek bir durumda olmadığı açıkçası. Bir şekilde bir mucize gerçekleşse bile tüm dünya nüfusunu oraya taşımak mümkün mü olurdu, hiç zannetmiyorum. Birçok kişi ölümüne terk edilip yok olmak üzere olan bu yer ile aynı kadere çarptırılırdı. Aradaki mesafe çok kısaymış gibi birde. 9 ay sonunda vardığımız bu yeni dünyada ne gibi şeylerle karşılaşacak kim bilir insanoğlunu. Dışarıda aradığımız onca şey elimizin altında bulunurken, onu korumak yerine gözümüz bağlı bir şekilde oturup görmezden geliyoruz. Küresel ısınmayı yine biz insanlar oluşturduğumuz gibi onu durdurmak da bizim görevimiz. Onca denizini, suyunu, toprağını ve verimliliğini kullandığımız bu yeşil (!) yeri korumakta bizim başlıca vazifemizdir net bir şekilde çünkü daha elimizin altında olanı koruyamadıysak bir diğerini aklımızın ucundan bile geçirmemeliyiz bence.
“Eğer bir başka gezegeni Dünya’ya dönüştürecek gücümüz varsa o zaman Dünya’yı da eski Dünya haline getirmeye gücümüz var demektir.” Gereken de bu değil midir zaten. Bize bahşedilen bu yaşlı küre bizden çokta bir şey istemiyor açıkçası bize sunduğu şeylere kıyasla. Ne de olsa ne ekersen onu biçersin bu biricik dünya.