Aynadaki yansımama bakarken, annemin soğuk ellerini omzumda hissettim. Başımı, hayatın izlerini taşıyan yüzüne çevirdim. Koyu kahve gözleri bana bir şeyler anlatmaya çalışıyor ama başarılı olamıyordu. İçine akıttığı gözyaşlarını görebiliyor, ağzımı açıp üzülme diyemiyordum. Konuşmaya başladığım zaman kelimeler kördüğüm olup boğazımda düğümleniyordu. Başımı eğerek ellerimdeki kınaya baktım. İki gün önce yakılan kına derimin her zerresine işlemişti sanki.
Ben, adını bir kez dahi bile duymadığınız köyün birinde, birkaç koyun karşılığında bütün hayatı satılan Ayşe. Yaşım on altı. Hiç görmediğim, benden yaşça büyük bir adamla zorla evlendirileceğim. Ölüm fermanımı imzalayan babam, buna boyun eğen annem ve ağabeylerim… Haberi, evlendirilmeden beş gün önce, okuldan eve geldiğimde aldım. Bu iğrenç sonu on altı yaşıma bastığımda bekliyordum. Kadın ne demekti ki? Kendi hayatını yaşayabilir miydi ?
Ağlamanın, karşı çıkmanın ve dünyaya isyanın hiçbir çare getirmeyeceğini gözümün önünde kurban edilen kader arkadaşlarımdan biliyordum. Bana öğretilen biçimde boynumu büküp, bu senaryodaki rolümü güzel bir oyuncu gibi oynamam gerekirdi. Ben ne mi yaptım…
Üstüme iki beden büyük, saflığı temsil eden gelinlik benim kefenimdi artık. Altın bileklikler koluma sıra sıra dizilmiş, yüzüme soluk bir makyaj yapılmış. Bu ben değildim. Aynadan yansıyan beden bana ait olamazdı. Felaket gözüküyordum. Diri diri toprağa gömülmek bu olsa gerek diye geçirdim içimden. Benliğime yabancı olan bu parçalardan bana en yakışmayanı, en sahtesi ise yüzüme takındığım yapmacık gülümsemeydi. Keşke geberip gidebilseydim bu yalan dünyadan. Daha acısız olabilirdi her şey. Ama yapmayacaktım, bu kadar kolay pes etmenin lügatımda ne yeri ne de karşılığı vardı.
Annemin odadan ne zaman çıktığını bile fark etmemiştim. Zaman benim adıma durmuştu. Boşlukta savrulan yaprak misali savrulduğum bu vakitte, insanoğluna verilen en büyük nimet olan aklımı kullanıp hayata tutunmak için öylesine bir plan yaptım ki…
Davul ve zurnaların sesini duyduğum an irkildim. Güle oynaya geliyorlardı eve doğru, havaya kurşunlar saçarak. Kalbim ağzımda atarcasına çarpıyordu. Evin avlusunda toplanan kalabalık halay çekip eğlenirken perdenin arkasından olanı biteni gözü yaşlı bir biçimde izledim. Herkes ne kadar da mutluydu, bir tek annem hariç. “Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar.” sözü şimdi kıymete binmişti gözümde. Planımı gözden geçirdim ve acil durumlar için biriktirdiğim birkaç lirayı yanıma aldım. Anneme hıçkırıklar eşliğinde bulmasını ümit ederek bir not bırakmayı da ihmal etmedim.
Geçen her dakika ve her saniye aleyhime işliyordu. Fazla vaktimin kalmadığını; bu durumdan, bu paslı zincirlerden bir an önce kurtulmam gerektiğini düşünüp harekete koyuldum. Evin arka tarafına bakan odamın penceresinden özgürlüğe kavuşmanın verdiği heyecanla bırakıverdim kendimi.
Gelinliğin eteklerini toplayarak koşmaya başladım. Arkama bakmadan, delicesine bir koşuştu bu. Yepyeni hayatımla vuslatım… Evden epeyce uzaklaştıktan sonra, soluklanmak amacıyla adımlarımı küçülttüm. Hedefim il sınırları dışına çıkmak, hayata yeniden başlamaktı. Cebimde umutlarım ana yola doğru ilerlerdim, ilk gördüğüm otobüse binmek üzere beklemeye koyuldum. Şimdi hikayenin sonunu tamamlama sırası bendeydi ve ben bu sonu mutlu bitirmeye kararlıydım.
https://www.youtube.com/watch?v=mzcpDH5x3hM