Ömür sana sunulmuş bir armağandır. Her hareketinle olayları değiştirebileceğin bir oyuncaktır. Nasıl oynayacağın sana bağlı. “İstenildiği gibi olan ya da olmayan şeylere üzülmekle o kadar zaman harcıyoruz ki treni kaçırıyoruz. Hayat kendi yolunu bulur ve her şey olacağına varır. Sadece yaşa ve bırak, olsun gitsin.”
“Yaşamak çok nadir rastlanan bir şeydir, çoğu insan sadece var olur.” Yaşamak için bir çaba göstermez bu insanlar, aynı bir bitki gibi hareketleri sınırlıdır. Sadece var olmakla sınırlı kalırlar. Hissetmezler çoğu zaman. Yaşayanları anlayamazlar. Var oldukları için tanrıya dua ederler, her kötü durumda tanrıya yalvarırlar kendilerini kurtarması için. İnsan olarak dünyaya geldikleri için o kadar şanslı hissederler ki kendilerini, fakat boş bir yaşam geçirip ölüme yaklaştıkları zaman pişman olurlar. Keşke bir daha yaşasaydım bu hayatı derler. Bir daha var olsalar yine yaşayamayacaklarını bilmezler. Hayat basittir onlar için. Kitap okurken kiminle aynı sayfada ağladıklarını düşünmezler mesela. En önemlisi hiç bulantı geçirmezler. Gerçekten yaşayanlar ise Roquentin kahramanı gibi varoluşla yüz yüze gelirler. Onlar da Roquentin gibi o gün deniz kıyısında çakıltaşını eline aldıklarında bulantı geçirirlerdi. Onun dediği bu cümleyi en içten hissederlerdi. “Şimdi anlıyorum. Geçen gün deniz kıyısında, çakıltaşını elime aldığımda hissettiğimi şimdi daha iyi hatırlıyorum. İçim geçecek gibi olmuştu. Ne tatsız bir şeydi. Bu duygunun çakıltaşından geldiğinden, ellerime ondan geçtiğinden kuşkum yok. Evet, evet ta kendisi, ellerde duyulan bir tür bulantı bu.” Gerçekten yaşayanlar nesnelere yüklenen adların anlamsız olduğunu bilirler, gördükleri her şeyi sorgularlardı. “Benim, varım, düşünüyorum öyleyse varım; varım çünkü düşünüyorum.” Diyen Jean-Paul Sartre’ ye anlam vermek zor değil, gerçekten yaşayanlar için. Onlar, bir ağaca baktıklarında toprağa metrelerce uzanan kökleri kolayca görebilirler, bir kitaba baktıklarında yazarı her kelimede hissedebilirler, eski bir odada bulunan tozlu piyanoya baktıklarında kulaklarına onun çıkardığı melodi ulaşabilir. Çok basit görünen bu birkaç şeyi onlar var olanların aksine gözlerini çevirdikleri her yerde görebilirler. Gerçekten yaşayanlar hiçbir şeyin değişmediğini, her şeyin başka bir biçimde var olduğunu anlar. Fakat var olanlar acılarının, tıpkı genç Werther’in acıları gibi müzik haline dönüştüğünü sanırlar.
İnsan hayatı çok kısa. Bu kısa süre yaşanmışlıkları tamamlayamadan yarım bırakıyor acımasızca. Hayat çatlak bardaktaki suya benzer, içsen de tükenir içmesen de. Bu yüzden hayatı dolu dolu yaşamak lazım. Çünkü bu hayat yaşasak da bitecek, sadece var olsak da.