Yasaklı Kapı

O sabah da diğer günler gibi geçeceğini düşündüğüm bir sabah olarak uyanmıştım. Nereden bilebilirdim ki başımın derde gireceğini. Ben macera arayışında bulunan sıradan bir gencim. Bazen olayları abartmayı seviyorum. Hatta olayları çoğu zaman abartırım. Bu özelliğim yüzünden bazı insanlar tarafından “yalancı” etiketi almışlığım bulunur. Yine de bu durumu pek kafama takmam. Sonuçta ben doğruyu biliyorum ve insanlara bir şey ispatlama gereğinde bulunmuyorum. Hayatımın çoğunda hatta neredeyse hepsinde bu lafa göre hareket etmişimdir. Tabii bunun yüzünden de genelde insanlar tarafından “umursamaz” etiketine layık görülüyorum. Zaten biz insanlar hayatımızda kendimizle ilgilenmekten çok insanlarla ilgilenip onlara etiketler yapıştırıyoruz ve bu etiketler insanlarla paylaşıyoruz. Kısaca “dedikodu” diyebiliriz.

En sevdiğim renkte olan yeşil kazağımı, altına ise elime gelen ilk pantolonumu giydim. Aşağıya inerken çoktan kahvaltıya başlanılmış olduğunu gördüm. Hemen masaya oturup kahvaltımı ettim ve annemle babamı öpüp dışarı çıktım çünkü yapmam gereken bir iş vardı. Dediğim gibi günüm çok monoton geçiyordu. Yaz olması nedeniyle kendime bir iş bulmuştum. Postanede çalışıyordum. Aynı eski zamanlarda olduğu gibi birbirlerine mektup yazan insanlar vardı ve bu mektupları sahiplerine götürüyordum. Bisikletime atlayıp ilk durağım olan postaneye girdim. Vermem gereken mektupları aldıktan sonra postaneden çıkış yaptım. Neyse ki bugün işlerim kısa sürecekti çünkü yerine ulaştırmam gereken 4 mektup vardı. İlk üç mektubu teslim ettikten sonra sonuncu mektubu vermek üzere bisikletime bindim. Geldiğimde bu evin huysuz ihtiyarlardan birinin olduğunu anlamam uzun sürmedi. Burası Bay Hammer’ın eviydi. Bu adamı kimseyle pek fazla sohbeti yoktu. Ne yaptığını, işini, nelerden hoşlandığını kimse bilmezdi. Evin kapısını bir kaç defa tıklatmasına rağmen açan kimse olmamıştı. Sonra arka kapıya gittim bu kapı hafif aralıktı. Aslında mektup sahibi evde olmadığında mektubu posta kutusuna koymam gerekirdi ama beni bu eve çeken bir şey vardı. Buna merakıma yenik düşüp eve girmek diyebiliriz. Eve girip seslenmeme rağmen kimseden ses gelmemişti. O sırada dikkatimi çeken bir kapı gördüm. Kapının üstünde “Girilmez” yazıyordu. Kapıya şaşkınca bakıyordum ki merakıma yine yenik düşemedim ve “Girilmez” yazan kapıyı ardına kadar açmış bulundum. Gördüğüm manzarayla neye uğradığımı anlayamadım. Burası bir laboratuvar idi, fakat şaşırtan kısım bu değildi. Beni şaşırtan her yerde tüpün içinde kan bulunmasıydı. Bu adam neyin peşindeydi böyle. Hemen polisi aradım. Tanıdığım birini arasam yine yalan söylediğimi düşünecekti. Adım yalancı çobana çıkmıştı bir kere. Polislerin gelmesinden sonra Bay Hammer da gelmişti ve polislerle konuşmuştu. Sonrası tam anlamıyla rezillik.

Adamın aslında bir bilim insanı olduğu ve kanların herhangi farklı hayvanlara sahip olduğunu öğrendikten sonra çok mahcup olmuştum. Ondan bir kaç kere özür diledikten sonra sorun olmadığını söylemiş ve içimi rahatlatmıştı. Bisikletime binip evin yolunu tuttum. İyi ki tanıdığım birini aramamıştım da abartan biri diye dalga geçecek koz vermemiştim. Ama bu durum pek de öyle değildi. Eve geldiğimde bu düşünceleri kafamdan uzaklaştırıp sadece yemek yemeyi düşünmeye başladım ve aç bir şekilde masaya oturdum.

(Visited 95 times, 1 visits today)