Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.Atilla İlhan
Nedir bu yaşamak dediğimiz şey? Nazım Hikmet’in de dediği gibi ciddiye alınacak, şakaya gelmeyecek, işimiz gücümüz olacak şey mi yoksa Hayyam’ın dediği gibi bir düş; birkaç görüntü mü?
Bizlere çok uzun gelen ömrümüz, gözlerimizi açıp kapayıncaya kadar ellerimizden kayıp gidebiliyoruz aslında. Ve elimizde kalan bir avuç anının değerini de yaşadıktan sonra anlayabiliyoruz ancak. Bana kalırsa yaşamak, ne Nazım’ın dediği gibi büyük bir ciddiyetle yapılacak bir şey ne de sadece birkaç görüntüden de ibaret. İkisinin arasında, ortaya karışık bir şekilde, her şeyden azar azar ekleyerek yaşayacaksın hayatını. Yani yaşadım diyebilmek için ve ölüm yokmuşçasına sürdürebilmek için bu hayatı, ne çok ciddiye alıp işin gücünmüş gibi davranacaksın ne de kollarından kayıp gitmesine izin vereceksin.
Her ne kadar kabullenmese de çoğumuz, yaşamımızı değerli kılan unsurların başında öğrenmek geliyor aslında. Gözlerimizi bu uçsuz bucaksız dünyaya ilk açtığımız andan beri, her daim yeni bilgiler edinmekle geçiyor zamanımız. Yalnızca kitaplardan edindiklerimizle kalmıyor, yaşamın içinden hayata dair onlarca yeni ve farklı bilgi beyin kütüphanemizin raflarına yerleştiriyoruz gün boyunca. Üstelik, bu öğrenme süreci yalnızca biz çocukken gerçekleşen bir şey değil. Hayatımız boyunca, kaç yaşında, nerede ve ne durumda olursak olalım bizi takip eden bir alışkanlık.
Şimdi gözlerini kapatın ve hayal edin. Yıl 1895, Rusya’dasınız. Karşınızda bembeyaz sakalları ve tecrübelerin kırıştırdığı yaşlı yüzüyle tam 67 yaşında bir ihtiyar, iki tekerleğin üzerinde dengede kalmaya çalışıyor. İşte bu karşınızda gördüğünüz ihtiyar, Rusya’nın şanlı kontu, Rus edebiyatının bekçisi Tolstoy. Anlatılan hikayelere göre, 67 yaşındayken daha 7’lerinde olan oğlunu kaybedince ünlü yazara bir bisiklet hediye ediliyor. Tolstoy’da tuttuğu yasın üstesinden gelebilmek için midir yoksa kendisine bir uğraş aradığından mıdır bilinmez günlük işlerini bitirir bitirmez soluğu bisikletinin başında alıyor. Allem ediyor kallem ediyor, pes etmeden çalışıyor ve nihayetinde bisiklete binmeyi de öğreniyor. Bu olayın üzerine, hiçbir şey için geç olmadığını anlatabilmek adına ”Tolstoy’un bisikleti” diye bir kavram giriyor literatüre. Demem odur ki doruklarında yaşamak istiyorsanız eğer hayatı, öğrenmenin yaşı yoktur.
Altında çok fazla anlam yatmıyor gibi görünse de sadece dile kolay geliyor aslında bu cümle, iş gerçekleştirmeye gelince…
Bu duruma örnek verilebilecek ve hatta bence cuk oturacak bir olaydan bahsetmek istiyorum. Yaklaşık bir 4 ay önce çok sevdiğim ve değer verdiğim babaanem, beyninin sol tarafındaki damarlardan birinin tamamen tıkanmasından dolayı felç geçirdi. Bu talihsiz olayın ardından, tıbbi olarak yapılabilecek her müdahale gerçekleştirilmiş de olsa maalesef damar açılamadı ve babaanemin sağ tarafı tutmaz hale geldi.
Burada beynimizin sağ ve sol taraflarının fonksiyonlarıyla ilgili birkaç bilgi edinmekte fayda var.Sol beyin konuşma ve motor hareketler ile ilgilenirken, sağ beyin daha çok duyu ile ilişkili algılalarla uğraşır. Mesela, iki parçalı beyin yapısında hem sağda hem solda konuşmayla ilgilenen merkezler bulunur fakat iki merkez de aynı şeyi anlamaz. Kelime dediğimiz ve bir anlam yüklediğimiz “işaretler” beynin sol tarafında tanınıp onların şifreleri çözülürken, sağ beyin sesin melodisini çözer. Bundan dolayı beynin sol tarafında bir sıkıntı tıkanma meydana geldiği takdirde hem anlama hem de konuşmada bozukluklar görülebilir.
Beyin çok karmaşık bir yapı ve her geçen gün onunla ilgili yeni bilgiler edinmekte, yeni şeyler keşfetmekteyiz. Bundandır ki söz konusu beyin olduğu zaman doktorlar hiçbir şekilde kesin bir tanı koyamıyorlar. Her ne kadar nörolojik bir muayene tabii de tutulsalar da beyninde hasar oluşan hastaların bundan sonra hangi fonksiyonu yerine getirip getiremeyeceğini ancak ve ancak zaman gösteriyor.
Babaanemin durumunda da aynen bunu yaşadık. Ne yazık ki eskiden yatmadan önce bana hikayeler anlatan babaannemin sesi benim için sadece bir anıdan ibaretti en başlarda çünkü geçirdiği rahatsızlıktan dolayı konuşma yetisini kaybetmişti. Fakat benim yaşam dolu, tonton babaannem, yılların vermiş olduğu güçle hayata sıkı sıkıya tutunup pes etmeden bizim de yardımlarımızla yavaş yavaş da olsa yeniden öğreniyor her şeyi. Okumayı,konuşmayı, yazmayı…
80 yıllık yaşamında hiç beklemediği anda başına gelen bu olayın ardından her türlü talihsizliğe ve zorluğa karşı , aynı bir ağacın kökleriyle toprağa sıkı sıkıya tutunması gibi yaşama bağlandı bir kez daha ve kanıtladı bizlere yaşamanın değerini. Hiçbir şey için geç olmadığını; bu yaşına ve yaşadıklarına rağmen hala daha öğrenmenin yerinin,yaşının,zamanının olmadığını kanıtladı bizlere, yaşadım diyebilmek için.