Merhaba, ben Efe Berk. Bence bu yazıyı okuyan 10 kişiden 9’u hayallere dalıp, kendisini bir zaman makinesinin içinde düşünmüştür. Ben de şimdi hayallere dalıp, kendimi bir zaman makinesinin içinde düşüneceğim. Şu anda zaman makinesinin içindeyim. Büyük bir koltukta oturuyorum. Oturduğum koltuğun önünde bir direksiyon, onun yanında ise bir sayaç var. Sayaç 4 haneden oluşuyor. Ben hangi 4 haneli sayıyı girersem, zaman makinesi beni o yıla götürüyor. Benim aklımda 2 tane farklı gitmek istediğim yıl var. Biri 1930, bir diğeri ise 2050. Öncelikle sizlere neden bu farklı yıllara gitmek istediğimi açıklayayım.
Açıklamaya 1930’dan başlayacağım. Neden bilmiyorum fakat ben her zaman 1930 model arabaları sevmişimdir. Bana hep güzel görünmüşlerdir. Bir diğer yılımızı açıklamaya geçecek olursam. Ben geleceği çok merak ediyorum. İnsanlık ne durumda, popülasyon dünyayı nasıl etkiliyor, çevremizi, yeşil alanları, ormanları ve diğer ortamlarımız ne durumda diye merak ediyorum.
Hadi lafı uzatmadan zaman makinesi ile yolculuğumuza çıkalım. Sayacıma 1930 yılına gitmek için 1930 yazıyorum. Sayaç yükleniyor, onaylıyor ve yeşil ışık yakıyor. Yolculuğa çıkıyorum. Birkaç dakikadan sonra 1930 yılına ulaşıyorum. Kendimi adını bilmediğim bir şehrin dışında bir yerde buluyorum. Etrafımda hayal edemeyeceğim kadar fabrika görüyorum. O fabrikalardan çıkan kapkara dumanları soluyorum. Şehre doğru yürümeye başlıyorum. Şehre doğru yürürken, yine hayal edemeyeceğim kadar şiddetli korna seslerini duyuyorum. Şehre vardığımda ise sesler daha da şiddetlenmiş oluyor. Şehre vardığımda ise o kadar çok şiddetli bir gürültü vardı ki, insanlar kendi ağızlarından çıkanları duyamaz hâle gelmişti fakat hemen moralimizi düşürüp, negatif düşünmeyelim bu yılın ve şehrin moralimizi yükseltecek güzel yanlarıda vardı. Mesela 1930 model arabalar, günümüze göre daha çok yeşil alanlar ve parklar vardı. Benim fark ettiğim en önemli durum ise, insanlar günümüze göre daha sosyaldi. İnsanlar dışarı çıkıyor, yolda geçenler ile selamlaşıyor ve hâlini hatırını soruyordu.
Hadi şimdi de 2050 yılına gidelim. Şu anda 2050 yılındayım. Şehir merkezindeyim ya da şöyle söyleyeyim şehir merkezinden kalan enkaz bölgesindeyim, insan popülasyonu kontrol altına alınamamış. İnsan popülasyonu kontrol altına alınamadığı için de, ayakta kalan ülke sayısı yarıya inmiş, bütün ülkeler en çok kaynağı elde etmek için birbirleri ile savaşmış ve yenik düşmüş. Bu durumda ülkelerde ayaklanmalara yol açmış. Umutlar yitirilmiş, insanlar hayatta kalmak amacıyla kendi kardeşlerine, ailelerine, arkadaşlarına ve milletlerine karşı çıkmışlar. Her geçen gün kaynaklar azalırken, umutlarda azalmış ve yitirilmiş.
Şimdi ise günümüzü hakkında konuşalım. Sizce biz her geçen gün dünyamımanza çevremize bir insan olarak zarar vermiyor muyuz? Korumamız gereken dünyamız ve çevremiz, biz yardım edelim derken daha da kötü yapmıyor muyuz? Sizce bu dünyanın ömrü nereye kadar? Eğer bir noktada dur demezsek sizce geleceğimiz nasıl olur? Çok daha geç olmadan ipin ucunu tutmalıyız.