Yargılama Sanatı

Beynimiz, sadece bizi korumak için gelişmiş algılama ve sonrasında tepki verme yetenekleriyle donatılmıştır. Zamanın başlangıcından beri olası tüm seçenekleri göz önünde bulundurup en mütenasip olanı aradan çekip çıkarmamızı sağlamıştır. Haklı mıdır hep yoksa sadece güvenliğimiz için kendimizi mi kandırırız?

Beynin çalışma mekanizması basitçe şöyledir: Etrafı tara, önemli sayılabilecek şeyleri not al, mühim objelerin ve şahısların olası durumlar karşısında nasıl tepki vereceğini belirle ve bu tepkilere karşı hazırlan. Tüm bunların sonucunda sizin karşınızdakilere nasıl davranacağınız belirlenir. Her insanın kendinden birkaç tane vardır içerisinde. Hangisinin dışarı çıkacağını karşınızdaki belirler. Şimdiye kadar atalarınızın ve sizin yaşanmışlıklarının muazzam birleşimi olup ihtiyaç duyabileceğiniz her türlü bilgiyi size sunmaya hazırdır beyin. Ama hayattaki diğer her şey gibi onun da asla yanılamayacağına inanmak büyük bir hata olur. Beyin bile kendi hata payını ele alır ve bu noktada insani duyguların en panik yaratanı ortaya çıkar: şüphe.

Doğamız gereği yargılarız. Etrafımızdaki tüm gerçek veya gerçeküstü şeyleri değerlendirmemiz gerekir. Şüphe de aslında bu süreci başlatan yapıdır. Bunlar gereklidir çünkü kimse karanlık bir arka sokakta kendisini takip eden kişinin güvenilir olduğunu savunamaz. Yargılama sürecinin sonrasında insanları; iyi ve kötü, güvenilir ve şüphe uyandıran olarak ayırırız. Tabii ki bunlar olabildiğince basitleştirilmiş terimler. İnsan beyninin ayırabileceği cidden kafa karıştırıcı şekilde fazla kategorisi var ve bunların binde birini bile yazmak çok uzun zaman alır.

Eminim ki bu konu hakkında birkaç sosyal deneye rastlamışsınızdır. Çoğu bu tür program insanın görünümünün, davranış şeklinin, mimiklerinin ve beden dillerini kullanma şeklinin karşıdakinde farklı geri dönütlere yol açabileceğini savunuyor ve bilim de bunu doğruluyor. Mesela bir iş alımı durumunda işi kapan iyi giyinimli ve güler yüzlü olan oluyor. Bu durumun fark edilmesinden sonra birçok kurnaz insan, bunu lehlerine kullanmaya başlamaması izahtan zaten vareste. Buna gerçek hayattan örnek vermek zor çünkü biz, her ne kadar kurnaz ve gaddarca görünse de, bunu her gün hatta her an yapıyoruz. Oldukça normal bir durum güzel görünen her şeye aldanmak, onların iyi olduğuna inanıp oyunlarına gelmek. Bence en iyi örnek Oscar Wilde’ ın genç ve bir zamanlar saf ‘’Dorian Gray’’ karakteri. Dorian, kendisi hakkında kötü olan şeyleri portresine hapsettiğinden kötü sayılabilecek şeyler yapmaya daha yatkın hale geliyor.Ne yaparsa yapsın sonucu onun parlak ve genç yüzüne yansımıyor, onu hiçbir şekilde lekelemiyor. O yüzden önüne kim gelirse Dorian’ın saf ve güvenilir olduğuna inanıyor. Eski arkadaşını öldürdüğünde bile kimse buna inanmak istemiyor, hakkında kötü şeyler duyulduğunda ise kimse bunları ciddiye almıyordu.

Bunların tek sebebi ise Dorian’ın nasıl göründüğü. İmaj insana çok şey kazandırabileceği gibi çok şey kaybettirebilir de. İster  istemez imaja önem veriyoruz ve sürekli güzelin en iyisi olduğuna kendimizi inandırıyoruz. Bu iki şey birbirini kovalıyor ve kurtulması imkansız olan bir döngüye sürüklüyor.

 

‘’Güzelliğin iyilik olduğunu sanmak ne garip bir hayaldir’’

– Tolstoy

 

 

(Visited 474 times, 1 visits today)