Her zamanki sabahlardan biriydi. Sinir bozucu alarmımın melodisinden, gözümün direkt içine giren güneş ışığına kadar her şey aynıydı. Sıkıcı hayatımın monoton günlerinden biri. Yataktan kendimi zorla ayırıp yüzümü yıkamak için aynanın karşısına geçtim. Gözlerimi açtığımda bana dikkatle bakan, hiç tanıdık gelmeyen bir çift kahverengi gözle karşılaştım. Sütlü kahve rengiydiler, ve içe doğru bir yeşillik seçilebiliyordu. Benim değildi bu gözler ama karşımdaki surat benimkiydi.
Birkaç kere kontrol etmiştim, ben bendim ama gözlerim benim değildi, buna emindim. Benimkiler aklın hayalin alamayacağı kadar maviydi, bir o kadar da miyoptu: yedi numara. Her şey ölümüne bulanık gözükür, sadece renkleri görebilirsiniz. Kısacası flu bir resim gibi görürsünüz her şeyi. Fakat şu an her şey kristal kadar netti, hem de lenssiz. On beş senedir ileri derece miyop dolaşan bir insanın birden görmeye başlaması, kör bir insanın aniden görmeye başlaması gibidir, inanın. Ben de hayatımın şokunu yaşamıştım ama işte yine aynı yerdeydim: iş yerimde. Gün boyu ise hiç kimse bendeki bu değişimi fark etmemişti. Ben de söyleme gereği duymadım, insanlar işte, ne gereği var?
Sonraki sabah uyandım, içimde bir rahatsızlık… Pencereden sızan ışık her zamankinden daha da parlaktı, gözümü alıyordu ve alarmımın sesi her zamankinden çok daha sesliydi, beynimin içinde yankılanan ses dalgalarını hissedebiliyordum. Ya duyularım gelişmişti, ya da her şey kuvvetlenmişti. Dişimi fırçalarken fırçanın çıkardığı ses, arabamın çalışma sesi, diğer arabaların yaptığı selektörler ve iş yerindeki insanlar beni her şeyleriyle çileden çıkartıyorlardı. Patronumun bağırışları, duvarın çıkmış boyası, esen sıcak ve yapış yapış rüzgar… Hepsinden nefret ediyordum, hayatımdan bütünüyle tiksiniyordum. Her gün bütün bunlarla nasıl yaşadığımı, baş ettiğimi bilmiyordum ve istediğim hayatın bu olmadığını neden şimdi fark ediyordum? Hayata baktığım şey, gözlerim değişince mi anca fark etmiştim bütün bunları? İçimi gittikçe büyüyen bi huzursuzluk kapladı, karanlık bir his, değdiği yerleri mahveden türden.
“Şık”. Parmak şıklatma sesiyle aniden uzandığım divandan fırladım. O an her şeyi hatırlamıştım. İçimde nedenini bilmediğim, karanlık, gittikçe büyüyen ve beni yiyip bitiren nedenini asla bulamadığım duygudan kurtulmak için gelmiştim buraya; Dr. Elijah Ernest´e: deli doktoruma. İki sene boyunca haftalık seanslara gitmiştim. Fazla bir gelişme gösterdiğimiz de söylenemezdi. Ta ki bugüne, Elijah yeni bir teknik denemeye karar verene kadar. Kendi geliştirdiği hayatıma başka gözlerden bakmamı sağlayan bir hipnoz yöntemiydi. Bu sayede de hem tarafsız bir şekilde kendi dünyama bakmış olacaktım, hem de kendi duygularımla bu dünyayı yorumlamış olacaktım. Böylece de beni yiyip bitiren sorunu bulacaktım, ki bulmuştum da. Aksiyon.
On sene sonra… Elijah büyük fikir çatışmalarına sebep olan zekice yazılmış bir kitap çıkarmıştı. Konferansına gitmeye karar vermiştim. Rover´ıma atlayıp oraya gittim. Eski benden eser yoktu artık. Çeşitli değişimler geçirmiştim. Elijah´la göz göze geldik: Gözlerindeki gururu ve herkesin üstünde olduğu gibi onun da üstünde bıraktığım baskın gücü hissedebiliyordum.