Yaratılışımızdan beri doğamız gereği sürekli bir şeylere ihtiyaç duyarız. Bunların en başında su, yemek, barınma gibi temel ihtiyaçlarımız gelir, bunlar fizikseldir. Bir de duygusal olanlar vardır ki bunlar yaşarken savaştığımız en zorlu kısımdır. Elbette temel ihtiyaçlarımızı karşılamak için verilen savaş da çok büyük, buna bir lafım yok ama şunu da unutmamak gerekir ki duygusal olarak iyi değilseniz, işiniz çok zorlaşır. Çünkü duygusal açıdan iyi olmayan bir birey ihtiyaçlarını karşılamak için yapacağı işi yapmaya güç bulamaz. Mesela, garsonluk yapan bir birey eğer duygusal olarak çökerse ne olur? Ben söyleyeyim; hiçbir şey yapmak istemez, işe gitmek, yataktan kalmak, yemek yemek bile o kişi için zulüm olmaya başlar. Bu sefer de kişinin ne yaşam sevinci kalır ne de bir umudu… Sonrasında neler olabileceğini hepimiz az çok tahmin edebiliyoruz zaten. Peki bu duygusal çöküntülerin baş sorumlusu ne?
Sevgi! Sevgi, bir çeşit sigara gibidir. Nasıl sigarayı içenler bağımlısı oluyorsa içmeyenler de bu bağımlılık hissini bilmedikleri için hiç başlamak istemiyorlar. Ama bir bakmışsınız bu hiç başlamak istemeyenlerden biri, bir başkası yüzünden sigaraya başlamış ve bırakamamış. Sigara bir ihtiyaç değildir neticede ama artık bir alışkanlık oluyor. Sürekli sevgi gören biri, hep sevilmek ve ilgi görmek ister. Hiç sevilmemiş biri ise herkesi kendinden uzaklaştırır ve kimseye yaklaşmaz. Peki bizim asıl sorunumuz ne? Neden birimiz herkesi uzaklaştırırken, birimiz birilerini hep yakınlaştırmaya çalışıyoruz?
Her ne kadar biz farkına varamasak da hepimizin ortak bir yönü var; alışkanlıklarımız. Hayatımıza sürekli girip çıkan birileri biz istesek de istemesek de var. Biz bu insanlardan bizden uzak kalmalarını ya da yakın olmalarını isteriz. Bazıları “Ben onsuz yaşayamam, o benim her şeyim.” gibi saçma sapan bir sürü laf sayıyor. Ama kimse de dönüp demiyor ki “Sen ondan önce yaşamıyor muydun da şimdi yaşayamayacaksın!” . Bu insanların temel sorunu şu ki hayatları boyunca kendilerini sevmemişler ve seven biri çıktığı zaman da kaybetmek istemiyorlar çünkü onlara alışmış oluyorlar. Biliyorlar ki onlar giderse kendileriyle baş başa kalacaklar ve kendilerinden “nefret” etmeye devam edecekler. Baktığımızda kendisini birilerinden sürekli uzak tutan kişiler için de geçerli bu. Çünkü sevilmeyi bilmiyorlar, korkuyorlar, güvenemiyorlar ve yalnızlığa çoktan alışmış oluyorlar. Bir insan yalnız olabilir ama kendini sevdiği müddetçe. Nasıl ki sevmediğiniz biriyle aynı ortamda durmak istemiyorsanız, onlar da kendileriyle durmak istemiyorlar. “E bu kendisini herkesten uzak tutanlar nasıl yapıyor bunu?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Onlar artık bu duruma çok alışmışlar ve bu insanların hayatları sadece kendisi oluyor. Kendileri için çalışıyorlar, kendileri için harcıyorlar ve kendileri için yaşıyorlar. Bu insanlara “Sevgi nedir?” diye bir soru yönelttiğinizde ise genellikle cevapları “Sevgiye inanıyorum.” olur.
Kendinizi sevdiğiniz sürece kimsenin sizi sevmesine muhtaç olmayın. Çünkü sürekli eksik olan, bir süre sonra gerekli de olmuyor.