Yalnızlık nedir? Kilometreküplerce su dolu bir okyanustaki tek nadir balık olmak mı yoksa ağaçlarla dolu bir ormanda yine de kendini farklı hisseden bir ağaç olmak mı?
Hayal kırıklığına uğrayınca her ne kadar kalbimiz acıyor gibi hissetsek de aslında beynimiz sorumludur duygularımızdan. İnsan zihni içi arapsaçı gibi karmakarışık bir kutuya benzer. Yüzlerce insanla dolu bir odada bile olsanız kendinizi pencereden dışarı bakarken bulursunuz. Halbuki, kafanızı çevirseniz ne kadar yanıldığınızı göreceksiniz. Bu kadar sık karşılaşılan bir durum olunca, yalnızlık hakkında bir sürü söz söylenmiş; ortaya bir sürü teori atılmıştır.
Bazıları yalnızlık kavramının “gerçek bile olmadığını”; insanların ruh hallerine göre değişen bir durum olduğunu söylerken bazıları pesimist bir edayla yalnızlığın insanın ömür boyu yakasını bırakmayacağını söyler. Bana göre ise bu doğru değildir. Bir insan hiçbir zaman tam olarak yalnız olamaz. İçinde yaşadığı toplum buna el vermez çünkü. Bazen o kutunun içindeki bin bir çeşit duygudan biri açığa çıkar ve tüm ruh haliniz değişir. Gününüz altüst olur. Sebebini bile anlayamazsınız. Bu yalnızlık veya yalnız hissetme hali nedendir, nereden gelir bilinmez. Ancak herkesin hayatında en az bir kere bu duyguyu tatmış olduğu aşikardır.
Yalnızlık hakkında öne sürülen yaklaşımlardan en ünlü ikisi ise “Kendini yalnız hisseden kimse için her yer çöldür.” diyen Rus yazar Çehov ve “Sakin bir hayatın tekdüzeliği ve yalnızlığı, yaratıcı aklı harekete geçirir.” diyen Alman fizikçi Albert Einstein’dır. İkisi de yalnızlığın farklı bir tarafını ele almışlardır. Tıpkı madalyonun iki farklı yüzü gibi. Çehov, yalnızlığı tüm çıplaklığıyla; izole edici ve depresifleştirici etkisiyle ele alırken Einstein bu durumun bir fırsata çevrilip insanı kendisini geliştirebilmesi için kullanılabileceğini söyler. Hatta yalnızlığın bazı zihinler için daha iyi bile olduğunu savunur. Sanki yaratıcılık başkalarının etkisi altında kalınca ölüyormuş gibi insana özgülüğün daha yüce bir şey olduğunu savunur.
Einstein’a katılmamamın bir sürü sebebi var: İlki, yalnız hissetmenin beyni ve insanı geliştiremeyeceği ve tekdüze hayatın sakinleştiricilikten çok sıkıcı bir etkisi olacağı. Ayrıca yaratıcılığın uyarılması gerektiğini düşünüyorum: farklı yerler görüp gezerek, yeni insanlarla tanışarak, kendinizi konfor alanınızdan çıkmaya zorlayarak.
Eğer siz de Çehov’a katılıyorsanız hayatın bambaşka bir boyutunun farkına varacaksınız: yalnızlığın izole bir ortamda yaşamak olmadığını, çoğu zaman kafanızdaki kuruntu ve güvensizlik hali olduğunu göreceksiniz. Aslında yalnızlığın gerçek olmadığını, ama öyle sanıldığını ve siz okyanusta yaşarken hayatınızı nasıl çöle döndürdüğünü.