Yağmur Bulutu Hügül

Bir yaz günü, güneş ışıkları gökyüzünü doldururken küçük Hügül, ceviz ağacının gölgesine oturmuştu. Elindeki kalemle kâğıda eğilmiş, yazmaya çalışıyordu. Ama ne yazarsa yazsın, kelimeler eksik kalıyordu. İçinde beliren o tanıdık hissi anlamaya çalıştı: Bir şeyleri ifade etmek istiyordu ama nasıl anlatacağını bulamıyordu.

Başını kaldırıp gökyüzüne baktığında, mavilikte özgürce süzülen beyaz bir bulut dikkatini çekti. Bulut, rüzgarın eşlik ettiği zarif bir dansla ilerliyordu. Hügül, bu manzaradan etkilenmiş bir şekilde mırıldandı:
“Eğer bir bulut olsaydım, tüm dünyayı dolaşır, insanların hayatına dokunurdum…”

Bu sözlerle bir an gözlerini kapattı. Açtığında ise kendini gökyüzünde, rüzgarın içinde süzülürken buldu. Şaşkınlıkla etrafına baktı. Sonsuz maviliğin içinde bir bulut olmuştu. Ama bir tuhaflık vardı; çevresindeki diğer bulutlar bembeyaz, tüy gibi hafif ve huzurluyken, Hügül kararmıştı. Üzerinde siyah bir örtü varmış gibi ağır hissediyordu.

Etrafında hırçın bir rüzgar dönüyordu. İçindeki su damlacıkları, taşmak için sabırsızlanan bir kalabalık gibiydi. Bu ağırlık ona hem tanıdık hem de korkutucu geliyordu. “Neden böyleyim? Diğerleri gibi değilim,” diye düşündü.

Bir süre gökyüzünde savruldu. Çevresindeki bulutlar ona bakıyor, ama yaklaşmıyordu. Sonunda yavaşça bir bulut yanına geldi. Yumuşak bir sesle, “Merhaba, sen yenisin galiba,” dedi.

Hügül başını eğerek cevapladı: “Evet, sanırım öyle. Ama neden böyle görünüyorum? Neden diğerleri gibi beyaz ve hafif değilim?”

Beyaz bulut gülümsedi; “Her bulutun bir görevi vardır, senin içindeki su damlacıkları, kurak toprakların beklediği yağmurlar olabilir. Ama bunun için doğru zamanı beklemen gerekiyor. Bu yük seni korkutuyor olabilir, ama onu taşımanın bir sebebi var.” dedi.

Hügül, bu sözler üzerine derin bir düşünceye daldı. İçindeki doluluk hissi, sanki bir sır taşıyormuş gibi ağırdı. Ama ya yanlış yere yağarsa? Ya kimseye faydası olmazsa?

Beyaz bulut, “Korkma; gökyüzündeki her bulut, doğru zamanda doğru yere ulaşır. Rüzgar seni götürecek. Kendine güven yeter.” dedi.

Rüzgar Hügül’ü alıp başka bir yere sürüklerken, o da içindeki ağırlığı anlamaya çalıştı. Bir süre sonra, altında çatlamış toprakların uzandığı kurak bir vadi belirdi. Bitkiler solmuş, hayat izleri neredeyse kaybolmuştu.

“Burası olabilir mi?” diye düşündü Hügül. İçindeki ağırlık daha da belirgin hale geldi. Kalbinde bir çağrı hissetti; bu toprakların onun yağmuruna ihtiyacı vardı. Derin bir nefes aldı ve kendini serbest bıraktı.

İçindeki damlacıklar, yavaşça toprağa düşmeye başladı. İlk damla yere ulaştığında, çatlamış toprak minnetle suyu emdi. Ardından ikinci, üçüncü damla… Yağmur devam ettikçe vadi canlanmaya başladı. Solgun bitkiler yeniden dirildi, toprak yeşile boyandı. Hügül, topraktan yayılan o eşsiz kokuyu hissetti.

Yağmur kesildiğinde, Hügül artık ağır ve karanlık bir bulut değildi. İçini boşalttıkça hafiflemiş, yeniden beyazlaşmıştı. Çevresindeki diğer bulutlar ona gülümsüyordu. Hügül, içini bir huzur dalgasının kapladığını hissetti.

“Her şeyin bir sebebi varmış,” diye düşündü. O an, bir bulut olmanın anlamını derinden kavradı. Hayatın, bazen içindeki yükü doğru yere bırakmakla ilgili olduğunu anladı.

Rüzgar yeniden esti ve Hügül’ü başka bir yere sürüklemeye başladı. Bu kez korku değil, merak doluydu. Kim bilir, sırada hangi topraklar onun yağmuruna ihtiyaç duyuyordu?

(Visited 3 times, 1 visits today)