Yadigar Saat

Kasabanın en eski dükkanı, köşedeki küçük saatçiydi. İçerisi, her türden saat sesleriyle dolup taşan bir zaman küpü gibiydi. Dükkanın sahibi Hakkı Usta, yetmiş yaşında, ince yüzlü, gözlüğünün arkasından sert bakışlar atan bir adamdı. Gençliğinde en karmaşık saatleri bile tamir eden bir ustaydı, fakat artık eskisi gibi çalışmıyor, yalnızca bazı özel parçalarla ilgileniyordu çünkü artık o gözlükler ardından keskin bakışlar atan gözler bile yetilerini kaybetmeye başlamışlardı.

Bir gün, kasabaya yeni taşınan genç bir adam, Ahmet, saatçiye girdi. Ahmet saatlere meraklıydı ve Hakkı Usta’nın elinden çıkan ustalığı duymuştu. Raflarda eski cep saatleri, sarkaçlı duvar saatleri ve antika parçalar asılıydı. Ancak Ahmet’in gözü, cam bir kutu içinde duran küçük, eski bir cep saatine takıldı. Saat, diğerlerinden farklıydı, kapağında ince ince işlenmiş bir harita vardı ve doğal olarak Ahmet çok meraklandı, acaba bu harita bir şeyi işaret mi ediyordu?

“Bu saatin hikayesi nedir, usta?” diye sordu Ahmet.

Hakkı Usta hafifçe gülümsedi. “Bu saat, kaybolan bir zamanın anahtarı,” dedi gizemli bir sesle. “Sahibini arayışta.”

Ahmet şaşkınlıkla saate baktı. “Nasıl yani?”

Usta derin bir nefes aldı. “Bu saat babama aitti. O da dedemden almıştı dedem de kendi dedesinden almıştı. Ancak bir gün, saat durdu ve o günden sonra onu çalıştırmak mümkün olmadı.”

Ahmet dikkatlice saati eline aldı. Mekanizmayı incelerken içinde ufak bir not sıkıştığını fark etti. Zorlukla açtığında üzerinde şunlar yazıyordu: Zamanı durduran, doğru anahtarı bulmalıdır.”

Ahmet’in aklı karışmıştı. Hakkı Usta ise hafifçe gülümsedi. “Bazen geçmişi çözmek, geleceği şekillendirir,” dedi.

Ahmet, ertesi gün yeniden dükkâna geldi ve ustaya saatçilik öğrenmek istediğini söyledi. Hakkı Usta önce emin olamadı çünkü Ahmet bu konularda oldukça acemi duruyordu ve Hakkı Usta da yıllar boyunca ünlenen ve şekillenen itibarına toz kondurmak istemiyordu, fakat sonra onca tereddüte rağmen bir ilk yapıp onu çırağı olarak kabul etti. Haftalar boyunca Ahmet, ustasından saatlerin mekanizmasını, zamanın işleyişini ve en önemlisi, sabrı öğrendi. Ancak gizemli saatin sırrı hala çözülmemişti.

Bir gece, dükkan çoktan kapanmış ve insanlar çoktan uykuya dalmışken Ahmet bir anda içindeki merağı dindiremeyip dükkana geri girip saati eline aldı. Saati incelemeye başlayan Ahmet ne kadar detaylı bakarsa o kadar mest oluyordu çünkü saatin içindeki oymalar o kadar ince ve detaylı işlenmişti ki ilk bakışta saçma karalamalara benziyordu ancak incelendiğinde adeta bir şaheseri ortaya çıkıyordu. Ahmet biraz daha incelerken yavaştan saatin üzerindeki oymaların iyice bir haritaya benzediğini görmeye başladı ve sanki net bir yeri gösteriyormuş gibi görünüyordu. Sonra içeriye Hakkı Usta girdi ce Ahmet’e seslendi:

“Demek fark ettin,” dedi yavaşça. “O harita, dedemin gençliğinde kaybolan bir yere işaret ediyor. Bir hazine değil belki ama bir zaman makinesi olabilir.”

Ahmet heyecanlanmıştı. “Onu bulabilir miyiz?”

Usta başını salladı. “Eğer saatin sırrını çözebilirsek, neden olmasın?”

Böylece Ahmet ve Hakkı Usta, saatin içindeki haritayı çözmeye karar verip hazırlıklarını yapmaya başladılar, belki de bu sadece bir aile yadigarı değildi kim bilir…

(Visited 3 times, 1 visits today)