Güneşli bir İstanbul günüydü. Arkadan tatlı tatlı esen meltemle birlikte sahilde oturmuş dalgaların sesini dinliyor, onlar da huzur bulmaya çalışıyordum. Her bir bedenin gece gündüz bir yerlere yetişmeye çalıştığı bu koca metropolde belki de ne bir acelesi ne de bir sorumluluğu olmayan tek kişiydim. Bunun beni sıkması gerekirdi aslında. Çünkü işin gerçeği şu ki ne bir işim vardı ne de bir evim vardı. Sadece İstanbul’dan kaçmaya çalışırcasına şehirden uzak kalmış bu sahil vardı elimde. Bu taraflarda da çok insan oturmazdı. Ben de bu tatlı sessizlikten yararlanabildiğim kadar yararlanmak için dalgalara gözlerimle, hatta o anda tüm bedenimle dikkatimi verdim ve kafamı olabildiğince boşaltmaya çalıştım.
Birkaç saat sonra ipinin ucu kaçmış düşüncelerim yanıma doğru yaklaşan bir kadın sayesinde kayboldu. Kadın altmışlarında duruyordu, ama suratından okuyabildiğim o gülüşle hayata bağlı bir ruhu vardı. Neşesini kaybetmemiş sesiyle bana bakla falı bakmasını isteyip istemeyeceğimi sordu. Bir kere bile yerini terk etmeyen gülüşü beni de ona gülümsemeye zorladı. Tatlı çehresi için onu kırmayıp evet demek geldi içimden ama yanımdaki para ancak şehre inmeye ve en azından başımı bir eve sokabilmek için babamın yanına gitmeye yeterdi. O yüzden ben de ona durumu izah ettim. Yüzündeki gülücük tepetaklak oldu. İyi bir kadındı belli ki ve halime de üzülmüştü. Daha sonra benim için bir kıyak geçebileceğini söyledi ve bir heyecanla yanıma oturdu.
Bütün bu baklaları dağıtma işlemi bitene kadar etrafa bakınmaya devam ettim. Açıkçası geleceğim çok da umursadığım bir konu değildi şu anda, aynı bu bakla zımbırtısı da ilgimi çekmemişti. Zaten tüm o denizin verdiği keyif de puf oluvermişti. Fakat bu nazik kadını geri çeviremeyecek kadar da duygusal bir konumdaydım şu an. Kadının sesiyle gerçekliğe geri dönüşüm bir oldu. Önümde birçok bakla ve aralarında birkaç renkli taş vardı. Anlattığına göre beyaz olan taş beni temsil ediyormuş. Beyaz hiç benim rengim değildi, üstelik midemi bulandırırdı bazen; ama ses etmedim ve kadını dinlemeye devam ettim. ‘Şimdi beyaz taşın en yakınındaki taşı bul bana.’ dedi, sanki kendi bunu yapamayacakmış gibi. Taşın yeşil olduğunu söyledim. Ardından kadın, ‘Ah yavrucuğum. Yeşil taş parayı temsil eder. Desene talih kuşu tam üstünde bekliyor.’ dedi ve bir kahlaha patlattı. Böylesine nazik bir kadının gülüşünün bile beni sinirlendirmesi kendimden tiksinmeme sebep oldu. ‘Sıra ne zaman paraya para demeyeceğini bulmakta çocuğum. Baklalar iki gruba ayrılmış baksana. Şimdi senden beyaz taşın olduğu grubu üçer üçer ayırmanı istiyorum.’ dedi ve meraklı gözlerini gözlerime dikti. Kadına daha sıcak yaklaşmam gerektiğini düşündüm ve baklaları suratıma yapıştırdığım koca bir gülüşle ayırdım. Ben baklaları gruplarken kadın fısıltıyla onları sabırsızca sayıyordu. İşlem bittiğinde kadın koca bir neşe çığlığıyla tüm sahili inletti. Hafif titreyen buruşmuş elleriyle beni kendine çekti ve sıkıca içine çekti. ‘Zengin oluyorsun çocuğum. Hem de çok kısa bir zamanda. Çok ama çok kısa bir zaman.’ dedi ve son zamanlarda ilk defa kalbimi sıcacık eden bir bakışla gülümsedi.
Her şey için teşekkür edip artık evin yolunu tutmam gerektiğini söyledim kadına. Bana bir kere daha kocaman sarıldı ve kulağıma ‘Baklaları asla hafife alma yavrum. Onlar geleceğinin küçük elçileridir.’ dedi. Yorgunluk çökmüş gözlerimle kadına olabildiğince gülümsedim ve yürümeye başladım. Sabahki tatlı meltem sert bir rüzgara dönüşmüştü. Rüzgarla birlikte de üstüme bir kağıt parçası yapıştı. Kağıdın bir piyango bileti olduğunu fark ettiğimde kadına bakmak için arkamı döndüm. Kadınsa sanki hiç var olmamış gibi izinden bir parça bile yoktu upuzun sahil boyunca.