Karanlık bir geceydi, yağmur camlara vuruyor, rüzgar ise dışarıda uğuldayarak sokak lambalarını sallıyordu. Evin içinde derin bir sessizlik hakimdi, sadece duvar saati tıkır tıkır ilerliyordu. Gözlerimi tavana dikmiş, düşüncelerime gömülmüştüm. O an, verdiğim kararın ağırlığı omuzlarımda bir dağ gibi duruyordu. Ama içimde bir ses sürekli aynı şeyi söylüyordu: “Verdiğim en iyi kararmış.”
Her şey iki hafta önce başlamıştı. Telefonuma gelen o esrarengiz mesaj, hayatımı altüst etti. “Beni bulmazsan, senin sonun olacak,” diyordu mesajda. Kim olduğunu bilmiyordum, ama tehlikenin farkındaydım. İlk başta bu mesajı dikkate almadım, kimseye bahsetmedim. Ama mesajlar gelmeye devam etti ve her seferinde daha tehditkâr, daha korkutucu hale geldiler. Hatta bir gün, evimin karşısındaki parkta beni izleyen birini fark ettim. Siyah kapüşonlu, yüzü görünmeyen bu kişi bir süre durdu, ardından karanlığın içine karışarak kayboldu.
O geceden sonra uyuyamaz oldum. Geceleri en ufak bir seste yerimden fırlıyor, her gölgede tehlike arıyordum. Bu kimdi? Benden ne istiyordu? Nihayet dayanamayıp bir dedektifle anlaştım. Dedektif, sessiz ve soğukkanlı bir adamdı. “Seni izliyorlar,” dediğinde içimde bir soğukluk hissettim. Bu sadece bir korku oyunu değildi. Gerçekten bir hedef olmuştum.
Dedektifin peşine düştüğü ipuçları bir adrese çıkıyordu. Terk edilmiş, karanlık bir depoydu burası. Gecenin geç saatlerinde dedektifle birlikte o adrese gitmeye karar verdik. Ellerim titrerken, cebimdeki küçük bıçağın varlığı bana biraz güven veriyordu. Kapıyı açtık, içeride bir koku vardı; rutubet ve pas kokusu, aynı zamanda bir tuhaflık. Depoya adımımızı atar atmaz kapı ardımızdan sert bir şekilde kapandı. Dedektif hızla dönüp kapıya yüklendi ama nafile. Kapanmıştı, dışarı çıkış yoktu.
Tam o sırada, loş ışıkların altında biri belirdi. Siyah kapüşonlu, yüzü gölgeler içinde kaybolmuş bir adamdı. “Gelmeni bekliyordum,” dedi, sesi soğuk ve metalik. “Bu senin hikâyen, ama nasıl biteceğine sen karar vereceksin.”
Adam bir adım daha attı, elindeki silahı kaldırdı. O an her şey yavaşlamış gibiydi, zaman durdu sanki. Dedektif hızla silahına davrandı, ama adam ondan hızlıydı. Bir el silah sesi duyuldu ve dedektif yere yığıldı. Şok içindeydim. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Kaçmak mı, savaşmak mı? Cebimdeki bıçağı hatırladım ve kararımı verdim. “Verdiğim en iyi kararmış,” dedim kendi kendime, elimdeki bıçağı sımsıkı kavrayarak adama doğru bir adım attım.
Adam silahını bana doğrulttu ama artık çok geçti. Tüm gücümle bıçağı onun göğsüne sapladım. Bir an göz göze geldik; gözlerindeki soğukluk ve boşluk, kalbime işleyen bir korku yarattı. Ama sonra yere yığıldı. Nefes nefeseydim. Ölmüştü. Sessizlik çöktü.
Depodan çıkmayı başardığımda, içimde bir rahatlama vardı ama aynı zamanda bir ağırlık. Evet, hayatımı kurtarmıştım. Fakat her şeyin bedeli vardı. O karanlık gecede yaptığım şeyin geri dönüşü yoktu. Ama hâlâ aynı düşünce kafamda yankılanıyordu: “Verdiğim en iyi kararmış.”