Babam elinde birkaç bisküvi ile salona girdi. “Çikolatalı gofret?” diye sordu.
Kardeşim hemen atladı: “Ben!”
Sonra da annem salon kapısında elinde çay dolu tepsi ile belirdi. “Çaylar da geldi.” derken…
Kulaklarımızı sağır eden bir gürültü koptu. Ne olup bittiğini anlayamamıştık ki hemen ardından ev de sallandı. Çaylar tepsiden fırladı, camlar her an tuzla buz olacakmış gibi titredi, tavandan yere tozlar döküldü, mobilyalar sarsıldı.
Kardeşim gürültüden de korkunç bir çığlık attı. “Anne!”
Annem koşup kardeşimi kollarına sardı. “Korkmayın küçük bir deprem sadece.” Babam ise diğer odaya gidip elinde büyük bir çantayla geri döndü. Çantayı açıp kontrol etmeye başlamıştı ki dışarıdan silah sesleri geldi.
“Baba ne oluyor?” diye bağırdım korku içinde. Ve bir tane daha sağır edici gürültü koptu. Bomba! Bombalanıyorduk.
Saf korku içime hücum etti. Kulaklarımı sağırlaştırdı. Gözlerimi kör etti. Vücudumun kontrolünü ele geçirdi. İki tane el beni kollarımdan tutmuş sarsıyordu. “Açelya! Kendine gel.”
Ve gerçekliğe geri döndüm. Kardeşim ağlıyordu. Annem kardeşimi sıkı sıkı tutarak kapıya doğru sürüklüyordu.
Namlulardan fırlayan silah seslerine jet uçaklarının sesleri de eklendi. Babam hala kollarımdan tutuyordu.
Kendime gelip etrafımda olanları gözden geçirdikten sonra gözlerim tekrar babamın gözleri ile buluştu. “Bu çantayı al ve kardeşinle birlikte buradan hemen uzaklaş.”
“Çantanın içinde ihtiyaç duyabileceğiniz her türlü eşya var. Yiyecekler de var, bir süre sizi idare eder. Yollarda askerler olacaktır, saklanarak ilerleyin. Karşına çıkan olursa hayatta kalmak için ne yapman gerekiyorsa yap. Ve ne olursa olsun zarar görmeyin.” Ölmeyin demek istiyordu.
Çantayı sırtıma taktı ve elime bir tabanca tutuşturdu. “Nasıl kullanman gerektiğini biliyorsun.” dedi.
Elimdeki tabancaya bakıp donakaldım. Metalinin soğukluğu elimi yaktı. Hedef tahtasından başka bir yere atış yapmamıştım hiç. Silahı bir insana doğrultma fikri bile midemi alt üst etmeye yetti.
Koşarak kapıdaki annemin yanına gittik, onun da elinde tabanca vardı ve cephanesinin dolu olup olmadığını kontrol ediyordu.
“Seni seviyorum.” dedi sarılarak. Hayır. Hayır, hayır, hayır… Bu vedalaşma olamazdı. Daha hep birlikte geçireceğimiz uzun bir hayatımız olacaktı. Kardeşimin büyüyüp genç bir kız oluşunu göreceklerdi, benim yavaş yavaş bir yetişkine dönüşümü izleyeceklerdi. Annemin zarif, güzel yüzünde ortaya çıkacak yaşlılık çizgilerini görecek; babamın badem kahvesi saçlarının arasına yavaş yavaş beyazların serpilişine şahit olacaktım. Ve bir köpek alacaktık. Babam yuvasını yapmaya başlamıştı. Kardeşim de her gün annemle birlikte patileri için ayakkabı örüyordu ipten. Birlikte nice anılar biriktirecektik. Daha tutulmamış o kadar söz, üflenmemiş o kadar yaş günü mumu varken bu kadar erken veda edemezdim aileme. Birisi bana böyle bir şeyin olacağını söyleseydi imkanız derdim.
Gerçekler bir kez daha yüzüme çok sert bir şekilde çarptı. Gözlerimden yaşlar boşalmaya başladı.
Annem yüzümdeki yaşları sildi ve “Dikkatli olun.” dedi. Bir kez daha sıkı sıkı sarıldı. Son sarılışımız olduğunu o da fark etmişti. Gözleri kızarmıştı. Ve çıktık evden. Bir daha dönmeyeceğimizi bilerek.