“Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir!” sözcükleri kafamda yavaşça kaybolmaya başlarken gözümü kırptığımda yine oradaydım. Can dostum, Hasan ile beraber, tarih 15 Mayıs 1919 sabahı saat yedi buçuk sıralarında Hasan Konak Meydanı’nda koyu renkli takım elbisesi ile bekliyordu. Dünden beri dilimde söz söylemekten tüy bitmişti. Son kez şansımı denemek için, “Hasan gel geri dönelim. Elbette geri alırız İzmirimizi ama bizim yapabileceğimiz hiçbir şey yok.” Ben onun gibi değildim. Ben korkaktım, korktum. Sözlerimin bitmesi ile olanlar oldu. Önce Yunan gemileri rıhtıma yanaştı. Benim gözümde korku büyürken Hasan’ın yüzünde öfke büyüyordu. Ne kadar incelesem de tek bir damla korku süzemedim yüzünde. Biraz zaman sona asker karaya çıktı “Hasan gel gidelim çok geç olmadan! Gel şuraya” diye yakasından çekiyordum ama kıpırdamadı. Bu esnada on binlerce yerli Rum ellerindeki Yunan bayrakları ve çiçekler ile Kordon Boyu’nu kaplamışlardı. İzmirli Rumlar işgal haberini 13 Mayıs Salı günü öğleden sonra bir beyanname ile öğrenmişlerdi. Kalabalık inen Yunan askerlerine alkış tutuyordu. Metropolit, dini lider, Yunan bayrağını öptü. Yüzünden yavaşça göz yaşları akıyordu. Yürüyüş başlayınca Hasan kalabalığın arasından sıyrılarak öne geçti. Az önce yanımda duran adam şimdi sanki toz olup uçmuştu. “HASAN, HASAN DUR BEKLE!” diye bağırıyordum arkasından ama nafile. Tezahüratlardan kendi sesimi bile duyamıyordum. Hasan’ı sonunda bulunca yakasına yapıştım. “Sen bizi öldürtecek misin ha! Biz gazeteciyiz Hasan, gidelim buradan bir işe kalkışmadan.” Sanki dediğim onca şey kulağına girmeden uçup gitmiş gibi sesli bir şekilde “Olamaz, olamaz, böyle ellerini sallaya sallaya giremezler, izin vermem!” diye söylendi. Sonra ellerimden kurtulup eli ceketinin altına gitti. Silahına yöneldi. Sanki o an, dünya dönmeyi bırakmış, sular akmayı kesmiş, kalbim atmayı unutmuş gibiydi. Elindeki tabancayı kaldırıp içindeki kurşunlar boşalana kadar sıktı. Ayaklarım yerden kesildi, istemsizcesine yere düştüm. Hasan’ın elinde silah varken yüzünü gördüm. Baştaki ile aynıydı. Ne bir korku, ne bir pişmanlık. Bir yunan askeri yere yığıldı. Ardından Hasan’ı yaka paça oracıkta öldürdüler. Hasan’a bağırdım, “Neden?” diye sorabildim sadece. Onu kaybetmeye hazır değildim. Son sözlerimi söylemeye hazır değildim sadece tek diyebildiğim söz “Neden?” oldu. Hasan sonra gururlu bir şekilde, tam ölmeden önce “Vatan uğruna!” dedi…
Mecliste sesler yankılandı. “YAŞASIN CUMHURİYET, YAŞASIN CUMHURİYET!” Herkes ayakta alkışlıyordu ben de ayağa kalktım. Alkışlamaya başladım. Yukarı baktım ” Duyuyor musun, Hasan Tahsin? En büyük iki dileğin gerçekleşti: Şehit olarak ölmek ve Cumhuriyetin kurulması. Gözlerim doldu. Başımı öne eğdim ve coşkuyla alkışlamaya devam ettim.
Cumhuriyetimizin 100. yılı kutlu olsun!