Her ne kadar ıssız bir görünüme sahip olsa da uzayda hayat olmama olasılığı, olma olasılığından çok daha küçüktür bana göre. Bu durumu ele alıp masaya yatırmak için de ilk önce hayatın nasıl başladığı hakkındaki bilgilerimiz üzerinden biraz geçmemiz gerek.
Başlamadan önce bir de evrenin sonsuz olduğu düşüncesinden yola çıkarak bir şeyler demek istiyorum, her ne kadar doğru olduğunu düşünmesem de. Eğer evren sonsuz olsaydı olasılıkların hepsi bir yerden sonra tükenecek, ve evren kendini tekrarlamaya başlayacaktı. Bu da bizim dünyamızdakilerden farklı canlı türü olmadığını varsaysak bile (ki bu, evrene zaten sonsuz dediğimiz için aşırı saçma olurdu) bir yerden sonra yaşadığımız dünyanın bir kopyası ile karşılaşmamız gerekiyor demek. Yani sonsuz bir evrende yalnız olmak mümkün değil diyebiliriz.
Gelelim sonlu evrene. İçinde yaşadığımız bu sonlu evrenin 13,82 milyar yaşında olduğu tahmin ediliyor. Üzerinde yaşadığımız gezegen, Dünya için bu durum 4,5 milyar. Dünya üzerindeki yaşam için ise yaklaşık olarak 3,7 milyar yıl olarak ölçülmüş durumda. Yani hayat Dünyanın oluşmasından çok da sonra değil, yaklaşık 1 milyar yıl sonra başladı. Peki bu nasıl oldu? Bildiklerimizden yola çıkarsak çok da ayrıntıya girmeden şöyle başlayabiliriz. Dünya ilk oluştuğu zamanlar çok sıcak bir yerdi. Bunun da bilinen üç sebebi var, ama bizi en çok ilgilendiren sebep gök taşı ve kuyruklu yıldız çarpmaları. Öyle deniyor ki kuyruklu yıldızlar Dünya’ya su getirdi. Başta da belirttiğim gibi Dünya henüz çok sıcak olduğundan su, uzun bir süre boyunca sıvı hale geçemedi. Ancak bir süre sonra ısının azalmasıyla gezegenimize ilk yağmurlar yağmaya başladı. Ardından da okyanuslar oluştu.
Ve işte asıl soru, yaşam nasıl başladı? Bu konuda Charles Darwin’e danışalım. Kendisi zamanında üzerindeki baskının artmaması için bir süre boyunca bu konuya değinmedi. Zira nefret dolu Hristiyanlar zaten kendisinin üzerine yeterince ateş kusuyorlardı. Bunun asıl sebebi de dini kitaplarla da örtüşen vitalizmdi. Bu görüşte canlıyı cansızdan ayıran “yaşam enerjisi” tarzında bir şeyden bahsedilir. Bu olmadan bazı bileşiklerin elde edilemeyeceğine inanılır. Bu görüşe uzun süre boyunca pek çok kişi tarafından inanıldı, ta ki Friedrich Wöhrer adında Alman bir kimyager çıkıp amonyum siyanattan üre yapmayı başarana kadar. Bu da vitalizmi bilimsel bir kavram olmaktan çıkardı ve ona büyük bir darbe vurdu. Bunun sebebi de amonyum siyanat gibi canlılıkla hiçbir alakasıolmayan basit kimyasallardan üre gibi canlılıkla doğrudan bağlantılı kimyasalların elde edilebilmiş olmasıydı. Darwin’e geri dönelim. Büyük ilgi gören vitalizm görüşünden ötürü üzerinde baskı olduğundan ve bundan dolayı da yaşamın başlangıcı gibi bir konuyla alakalı çok da erken yazamadığından bahsetmiştik. Ama hiç bahsetmediğini söylemedik. Kendisi bu konudaki düşüncelerini bir mektubunda şöyle aktarmış: “Peki eğer ufak ve ılık bir su birikintisi hayal edebilirsek ve içerisinde her türlü amonyak, fosforik tuzlar, ışık, sıcaklık, elektrik ve diğer kimyasallar bulunsa, bir protein kimyasal olarak oluşabilir ve daha karmaşık değişikliklere doğru yol alabilir…”. Bu düşünce kendisinden sonra gelen bilim adamları tarafından da desteklendi veya buna çok benzer yeni görüşler ortaya atıldı. Yani bence bu görüş üzerinden gitmek çok da yanlış olmaz.
Dünyanın oluşumundan bu yana 1 milyar yıl geçti ve yaşam başladı dedik. Bu 1 milyar yılda da Dünya şeklini aldı, kuyruklu yıldızlar suyu getirdi ve muhtemelen gerekli birkaç bileşen yine uzaydan gelerek Dünyanın ısınmasıyla ve su buharının da sıvılaşıp okyanusları oluşturmasıyla ılık ve sulu bir ortamda buluştu. Bu olayları da daha karmaşık kimyasalların oluşması ve bu durumdan bir hücre oluşması izliyor. Yani uzayda doğru bileşenlerin doğru bir şekilde yayılması ve birbirlerini bulmasıyla 1 milyar yıllık bir süreçte hücreler oluşabiliyor. Peki 13,82 milyar yaşındaki evrenimizde herhangi bir yerde bu durumun gerçekleşmesi için kaç fırsat olmuştur? Benim düşüncem de buna dayanıyor. Bence sorunun cevabı evrenin büyüklüğünü göz önüne alırsak “çok çok fazla” oluyor.